Kara Şövalye Yükseliyor’un İdeolojik Okuması

Kara Şövalye Yükseliyor ideolojik olarak ne anlatıyor? Gerçek dünya bu hikayeye nasıl yansımış? Hikayede ne gibi fikirleri görüyoruz?


Milyonlarca kişiyi kurtarmaya çalışan hayırsever bir kapitalist ve onları öldürmeye çalışan sahte devrimciler: böyle bir filmin ideolojik incelemesi yapılmamasının imkanı yoktu. Elbette yapıldı da! Kara Şövalye Yükseliyor, pek çok farklı bakış açısına sahip insan tarafından incelendi. Bunların bir kısmına film hakkındaki ilk yazımda değinmiştim. Bu yazıda, kendi yorumumu daha detaylı olarak sunacağım. “Neden?” diye sorabilirsiniz. Çünkü film bu açıdan oldukça oldukça zengin de ondan. Özellikle büyük gişeye oynayan bir filmin böyle bir şey yapması oldukça ilginç. Başlamadan önce şunu belirtmeliyim. Bu bir “okumadır.” Kurguda bir şeyin okumasından bahsedilirken, bunların zorunlu olarak kasti bir şekilde yazıldığı kastedilmez (Hatta ideolojik okumaların birçoğu, eserlere bilinçsizce bir şekilde yansımış fikirleri ele alır). Lakin bu, okumaların yararsız olduğu anlamına gelmez. Bir sanat eserinin farklı açılardan ne anlattığını veya anlatabildiğini göstermesi açısından önemlidir. Aynı zamanda, dünyamızdan ne gibi şeylerin bu esere yansıdığını da gösterebilmektedir. Son bir not olarak, yazının ilk kısımlarını, bir önceki yazıyı okumuş olanlar benzer bulabilir fakat geri kalanı böyle devam etmiyor. Hadi, gelin başlayalım!

[Bu yazı, yazarın kendi sitesinde de yayımlanmıştır.]

1. Kapitalizm (Krizde)

Filmin başlamasıyla beraber, The Dark Knight Rises (TDKR) dünyasını, sosyoekonomik bir krizin eşiğinde buluyoruz. Selina, Bruce’a şu lafları söylüyor.

“Bir fırtına yaklaşıyor, Bay Wayne. Siz ve arkadaşlarınız zor günlere hazırlansanız iyi olur çünkü fırtına vurduğunda, hepiniz nasıl bu kadar bol yaşayıp geri kalanımıza nasıl bu kadar az bıraktığınızı merak edeceksiniz.”

Wayne Vakfı’nın finanse ettiği yetimhanenin kapatılmış olması ve bu yüzden çocukların sokağa atılması ve Miranda Tate olarak gizlenmiş Talia’nın Bruce’a dünyanın dengesinin bozulduğunu söylemesi bu mesajı perçinliyor. Ortalıkta ekonomik bir çalkantı var ve bu yüzden insanlar sinirli. Peki hangi insanlar sinirli? Elbette, zenginler, yani kapitalist sınıf değil. Sıradan çalışanlar ve gelir seviyesi daha düşük kişiler, daha kaba bir tabirle “yoksullar” sinirli. Küçük çapta bir Robin Hood gibi yaşayan Selina’nın öfkesi de buradan geliyor.

Filmin arka planına baktığımızda, esin kaynağını oldukça net bir şekilde görebiliyoruz. 2008 ekonomik krizi, Büyük Buhran’dan beri ABD’nin yaşadığı en büyük krizdi. Bu kriz, bankaların ve büyük firmaların sorumsuzca davranıp riskli hareketler yapması sonucu ortaya çıkmıştı (1). Ancak bankalar, devlet tarafından 700 milyar dolar harcanarak iflastan kurtarılmışken, 9 milyon Amerikalı işinden oldu (2, 3). Bu, Amerikan halkı arasında önemli bir kesimde büyük bir öfke yarattı. Bu, elbette, Nolan gibi zengin film yapımcılarının da gözünden kaçan bir şey değildi. Bu kadar büyük bir olay, bir mağarada yaşamayan herkesin ilgisini çeken bir şeydi.

Peki Nolan ne yaptı? Benim burada sunacağım yoruma göre, genel hatlarıyla kapitalist, yani zengin bakış açısıyla yazılmış bir hikaye yarattı fakat bu filmin, belki de eskaza yapılmış, oldukça ilginç noktaları var. Bunun ne kadar doğru olduğunun yorumu elbette size kalacak. Ancak filmin arka planını ve 2008 krizinin filme nasıl esin kaynağı olduğunu öğrenmek istiyorsanız, Kara Şövalye Yükseliyor’un Karmaşık Arka Planı ve Hikayesi yazısını okumanızı öneririm.

1.1. Fırsat Çukuru

Bu konuda, hikayemizdeki en ilginç ve güçlü sembolizm, Bane, Talia ve Bruce’un içine atıldığı çukurdan geliyor. Bu çukurdan bahsederken, Bane, şunları söylüyor.

“Yuva. Burası çaresizlik hakkındaki gerçeği öğrendiğim yer, senin de öğreneceğin gibi. Bu hapishanenin dünyadaki en kötü cehennem olmasının bir sebebi var… Umut. Yüzyıllar boyunca buraya düşmüş her bir kişi ışığa baktı ve özgürlüğe tırmanmayı hayal etti.”

Gerçekten de, Bane’in dediğinin doğru olduğunu görüyoruz. Yukarıdaki ışık huzmesi, bir gardiyan olmayışı, sadece tırmanmanıza bağlı bir kaçış yolu… o kadar yakın ki, biraz daha çabalarsanız, biraz ilerlerseniz, yakalayabileceğiniz bir şey. Her şey sadece ne kadar çabaladığınıza bağlı! Buradan çıkamıyorsan, bu senin güçsüzlüğün. Bu senin suçun. Yeterince güçlü değildin. Evet, usulca özgürlük vaatleri fısıldayan bu zalim ışık huzmesi insana bunu anlatıyor. Tatlı sözleriyle, insanın içindeki ateşi yakan görünümüyl,e baştan çıkarıyor. Ancak ulaşılamaz olarak kalıyor.

Bane haklıydı. Özgürlük her gün gözünüzün önünde sallanıyor, ona ulaşamıyorsunuz, üstüne üstlük bir de bunun için kendinizi suçluyorsunuz. Yeterince güçlü olamadığınız için başaramadığınızı söylüyor, bu çukurdan çıkamamanızı kendi zayıflığınıza yoruyorsunuz. Böylelikle, çukur, sizi sadece fiziken değil, zihnen ve ideolojik olarak da hapsetmiş oluyor. Özgürlük vaadiyle sizi kandırıyor. Bundan daha kötü bir işkence olamaz.

Bunun kapitalizmle ne alakası olduğunu sorabilirsiniz. Bunun için, Bane’in Blackgate Hapishanesi önündeki konuşmasına bakıyoruz.

“Gotham’ı, yozlaşmışlardan, zenginlerden, sizi fırsat mitleriyle aşağıda tutmuş olan, nesilleri bastıranlardan alıyoruz— ve size, halka geri veriyoruz.”

Bane’in konuşması, burada, çukurdaki umuda paralellik gösteriyor. Bir tarafta, kapitalizm, fırsat vaatleriyle insanları kandırıyor ve onları aşağıda tutuyor. Diğer tarafta, çukur, özgürlük vaatleriyle insanları kandırıyor ve onları aşağıda tutuyor.

Başka bir deyişle, insanlar, üst sınıfa atlama ve zengin olma vaatleriyle kandırılıyor, deniyor. Çukuru bir sembol olarak ele aldığımızda da, alt sınıfa en çok işkenceyi eden de bu ideolojiyi benimsemeleri oluyor. Ömürleri boyunca alt sınıfta yaşasalar da, hala zengin olabileceklerini düşünüyorlar. Hala, bunun gerçekleşmemesinin suçunun kendilerinde olduğunu düşünüyorlar. Bu noktada, gerçek dünyayla da paralellikler var. Örneğin, ABD’ye baktığımızda, 1980’den beri sosyoekonomik sınıf hareketliliğinin (socioeconomic mobility), yani bir üst sınıfa yükselebilme kabiliyetinin, düştüğünü görüyoruz (4). Bunun önemli bir sebebi olarak, ekonomik eşitsizliğin gittikçe artmış olması gösteriliyor (5). Dünya geneline baktığımızda, ekonomik eşitsizliğin inanılmaz derecede yüksek boyutlarda olduğunu da görüyoruz. Dünyanın en zengin %1’i, 6.9 milyar kişinin toplamının iki katı servete sahip (6).

Elbette, filmde, bu çukurdan bir çıkış yolu olduğunu da biliyoruz. Talia ve Bruce bunu gösteriyor. Ancak ölüm korkusuna sahip olunduğunda, çukurun umutsuzluğu ve umudu aşılabiliyor. Lakin bu herhangi bir ölüm korkusu da değil, yoksa çukurdaki herhangi birisi bunu birisi başarabilirdi. Sonuçta, Batman’in çukura geldiğindeki zamanın aksine, insanların neredeyse hemen hepsi ölümden korkar. Hayır, burada ölüm korkusu başka bir şey anlatıyor. Bu yüzden, şöyle demek daha doğru: ancak her şeyi kaybetmeyi göze almış bir insan, bu çukurdan kurtulabiliyor. Bunun ne anlama gelebileceği oldukça yoruma açık. Kişisel olarak çok büyük bir dönüşümü temsil ediyor. Buna rağmen, hem Talia hem de Bruce’un, hayatlarına paradoksal bir şekilde devam ettiklerini görüyoruz. Bu da, bizi bir sonraki konuya getiriyor.

2. Batman’in Paradoksu

Bana, “TDKR’nın ideolojik olarak en ilgi çekici yanı ne?” diye sorsanız, hem iyi adamın hem de kötü adamın paradokstan oluştuğunu söylemek olur. Lakin bu paradoksun doğası, ele aldığımız karaktere göre değişiyor.

Batman’in paradoksu, hem ilerlemeci (progresif) hem de statükocu birisi olmasından kaynaklanıyor. Batman, bir ilerlemeci çünkü Ra’s al Gul, Talia al Gul ve Gölgeler Ligi’nin aksine, iyileştirici adalete inanıyor. İnsanları suçları için öldürmeyi değil, onlara kendilerini düzeltmeleri için bir şans vermeyi savunuyor. Aynı zamanda, ilerlemeci bir şekilde, kendi içinde bulunduğu şehri ve dünyayı iyileştirmeye çalışıyor. Bunu gerek yetimhane açmak gerekse yeşil enerji üretmek gibi yatırımlarla gerçekleştiriyor. Lakin, bütün bunlara rağmen, asla sosyoekonomik statükoyu sorgulamıyor. Neden dünyada zengin ve fakir ayrımı olduğunu sorgulamıyor. Bu sistemin nasıl doğduğunu, neden sürdüğünü, alternatifi olup olmadığını veya kendi içerisinde daha eşit hale getirilip getirilemeyeceğini sorgulamıyor. Bir sebepten dolayı, bu konuda tam bir sessizliğe bürünüyor.

Bu paradoksu, sadece Bruce’ta değil, filmin diğer yanlarında da görüyoruz. Örneğin, Talia, Bruce’a şunu söylüyor.

“Dünyaya tekrar denge getirmek istiyorsan yatırım yapmak zorundasın.”

Burada, bir kelime oyunuyla, hem maddi hem de manevi bir yatırımdan bahsediliyor. Aynı zamanda, bir dengeli zaman miti oluşturuluyor. Sanki 2008’den önceki dünya sosyoekonomik eşitsizlik açısından çok da iyiymiş gibi. Diğer bir yanda, Alfred, Bruce’a, şirket artık kâr etmediği için yetimhaneye yollanan paranın kesildiğini ve şirketin daha fazla kâr etmesi gerektiğini söylüyor. Bunlar sırasında, bir kez bile, belki de bu meselelerin zenginlerin keyfine bırakılmaması gerektiği, belki de ekonomik eşitsizliğin yanlış bir şey olduğu sorgusu yapılmıyor. Bu da, bize, Nolan’ın nasıl bir bakış açısından yazdığını hatırlatıyor. Sonuçta, bu filmi alt veya orta kesimden birisi yazmıyor. Sıradan bir zengin de yazmıyor. Net değeri 250 milyon dolar olan birisi yazıyor (7). Bu yüzden, filmde, bir kez bile, içinde var olduğumuz ve eşitsizlik üreten sistem sorgulanmıyor. Bunun yerine, bir İsa figürü gibi, kendini “sıradan halka adamış” ve onlar için canını ortaya koyan bir zengin figürü görüyoruz. Bu figür, oldukça ironik bir şekilde, bu kadar zarar veren eşitsizliği ortadan kaldırmaya çalışmıyor. Bu da, Batman’in en büyük paradoksu oluyor.

3. Bane’in Paradoksu?

Bane’e geldiğimizde, işler daha da derinleşiyor ve farklı bir ton alıyor. Bane, yüzeyde, oldukça sistem karşıtı görünen birisi. Blackgate Hapishanesi önünde yaptığı konuşma tam bir devrimciyi andırıyor. Yozlaşmış zenginlerden ve insanları bastıran bir sistemden bahsediyor. Halkın haklı öfkesinden ve şehrin aslen halka ait olduğunu söylüyor. Sahte bir yasayla hapse atılmış masum insanları hatırlatıyor.

İşin diğer bir yanında, Wallstreet Borsası’nı temsil eden binayı bastığında, bir borsacı ona “Burası borsa, burada çalacak para yok,” diyor. Bane’in cevabı “Öyle mi? O zaman siz neden buradasınız?” oluyor.

Stadyumda yaptığı konuşmada, “Buraya fatihler olarak değil, bu şehrin kontrolünü halka geri verecek olan kurtarıcılar olarak geliyoruz,” diyor.

Bane için çalışanlara baktığımızda da bu “alt sınıfın” öfkesini görüyoruz. Bane’in borsa binasına sızan adamları, hademe, ayakkabı boyacısı, işçi gibi kılıklara giriyor. Yine, temsili olarak bir fakir-zengin ayrımı öne çıkarılıyor.

Kurulan “halk mahkemeleri” Fransız Devrimi dönemini hatırlatıyor (Fransız Devrimi’ne yapılmış diğer göndermeleri görmek için ilk yazıyı okuyabilirsiniz). Zenginlerin linç edilmesi de, bir çalışan sınıf devrimiymiş izlenimi veriyor. Örnekler çoğaltılabilir.

Bütün bunlar, Bane’e halkın yanında olan bir devrimci izlenimi veriyor. Lakin hepsinin altında çok daha farklı bir gerçek yatıyor. Bane, Gotham halkını hiçbir şekilde önemsemiyor. Tam tersine, onların hepsini öldürmek istiyor. Bunun sebebi de, Gölgeler Ligi’nin gerici ideolojisinden kaynaklanıyor. İlk filmden hatırlarsak, Gölgeler Ligi, binlerce yıldır var olan bir organizasyon. Medeniyetin yozlaşmaya başladığını düşündüğü anlarda ortaya çıkıyor ve bu yozlaşmanın en kötü olduğu yerleri yok ediyor. Oradaki insanların hepsini veya önemli bir kısmını öldürüyor. Bu açıdan, Batman’e zıt bir ideolojiyle, iyileştirici adaleti değil, cezalandırıcı adaleti savunuyorlar. Ancak bu cezalandırıcı adalet bir tür yasal sistemle de gerçekleşmiyor. Örneğin, Gotham’da çok fazla suç olduğu için, bütün Gotham’ı yok etmeye karar veriyorlar. Dünyayı daha iyi bir hale getirmekten, ilerlemekten öte, kafalarındaki bir tür “dengeyi” geri getiriyorlar (denge lafı onların sözü). Yani, gerici bir tepkisellikle, suç kavramının kökenini anlamıyorlar. Örneğin, sosyoekonomik eşitsizlik ve bunun suça yol açması umurlarında olmuyor. Umurlarında olan tek şey, suç işlemiş kişilerin ve grupların, ilkel bir yargılayıcılıkla, yok edilmesi oluyor.

Burada, sorulması gereken bazı önemli sorular var. Gölgeler Ligi, bu yozlaşmaya ne gibi yöntemlerle karar veriyor? Örneğin, iki yüzyıl önce, eşcinselliği bir yozlaşma olarak kabul ediyor muydu? Veyahut, çok yakın zamanlara kadar çok daha şiddetli bir şekilde gerçekleşmiş, toplumda normalize olarak bulunan ırkçılığa nasıl bakıyorlardı? Örneğin, ırkçılığın inanılmaz yaygın olduğu geçmiş zamanlarda, bastırılan bir ırktan birisinin isyan etmesini bir yozlaşmışlık olarak görüyorlar mıydı? Siyahi köleleri özgürleştirmiş olan ABD’yi böyle görüyorlar mıydı? Daha da geriye gidersek, kölelik kurumunun oldukça yaygın olduğu zamanlarda, kölelerin herhangi bir başkaldırmasını bir yozlaşmışlık olarak görüyorlar mıydı? Peki ya yasal haklarını son yüzyıl içerisinde almaya başlamış olan kadınları? Peki, Gölgeler Ligi, İkinci Dünya Savaşı’nda, Nazi Almanyası, Faşist İtalya ve Emperyalist Japonya insanlık tarihinin en iğrenç suçlarından bazılarını işlerken neredeydi? Hani denge?

Bütün bu sorular yanıtsız kalıyor çünkü Gölgeler Ligi’nin ideolojisi altı pek doldurulmuş bir şey değil. Nolan, bu kadar siyasi bir meselede siyasete girmekten kaçınarak, muğlak bir tablo çiziyor. Bir medeniyet yozlaştığında, onun en çok yozlaşan tarafının, sembolünün yok edildiği söyleniyor. Oysa yozlaşma kriterinin tarihsel olarak ne olduğunu görmüyoruz. Bu kadar gerici bir bakış açısıyla dünyaya bakan bu organizasyonun, yukarıda bahsettiğim durumlarda, herhangi bir ilerlemeyi yozlaşma olarak görmüş olma olasılığı var. Öte yandan, daha ileri görüşlere sahip olsalardı, geçmişte, medeniyetin hemen hepsini yok etmiş olmaları gerekiyordu. Sonuçta, yozlaşmayı cezayla yok eden bir organizasyon, eğer köleliği kötü olarak görseydi, insan medeniyetini yok etmek zorunda kalırdı çünkü her yerde kölelik bulunuyordu.

Bütün bu boşluklar bir yana, günümüzde gördüğümüz kadarıyla, suç işlemeyi bir yozlaşma olarak görüyorlar. Oysa bu bile yetersiz bir açıklama. Kime göre, neye göre, hangi yasaya göre suç?

Bu açıdan bakıldığında, Bane’in sahte devrimciliğinin altında yatan şeyin sadece bir gericilik değil, içi inanılmaz derecede boş bir gericilik olduğu görülüyor. İdeolojik olarak altı hiçbir şekilde doldurulmayan, üstünkörü bir şekilde hazırlanmış ve dünyaya tek odaktan bakan bir şey oluyor. Başka bir deyişle, Gölgeler Ligi ve Batman’in ikilemi, sadece, suça karşı verilen tepki üstünden kuruluyor. Bu, bir açıdan oldukça manidar çünkü bahsettiğim gibi, Nolan, sosyoekonomik, hatta siyasi gerçekleri gözardı ediyor. Bu da, filmin, kimi açılardan oldukça ilginç yazımları olsa da, pek çok açıdan yüzeysel kaldığını gösteriyor.

Bane’e geri dönersek, şu ana kadar anlattıklarım iki katmanlı bir paradoks oluşturuyor. Bunlardan ilki sahte bir paradoks. Bane aslında hem bir devrimci hem de bir gerici değil. Devrimci taklidi yapan bir gerici. Ancak ikinci paradoks oldukça ilgi çekici bir tanesi. O da, Bane’in devrimciliği veya daha doğrusu sistem karşıtlığı sahte olsa da, estetiğin gücüyle bunun bir nevi gerçek hale gelmesi. Filmi izleyen pek çok kişinin aklında, Bane’in aslında ne kadar ilkel bir bakış açısıyla dünyaya baktığı kalmıyor. Akla ilk gelen bu olmuyor. Ondan önce, Blackgate Hapishanesi önünde yaptığı konuşma, borsacıya verdiği cevap, para tarafından kontrol edilemez olması gibi şeyler geliyor. Alfred’in dediği gibi.

“Bir bak. Hızı, vahşiliği, eğitimi. İnancın gücünü görüyorum.”

Bu açıdan, hikayesel olarak kötü adam olmasına ve gerçekten amaçladığı şey kötü bir şey olmasına rağmen, sistem karşıtlığının estetiği Bane’i yükseltiyor. Bu zannedildiği kadar nadir bulunan bir şey değil. Örneğin, mafya filmlerine yönelik yaygın bir eleştiri, hikayesel olarak organize suç hayatını eleştiren eserlerin bile önemli bir kısmının, bu suç hayatını estetik olarak özenilecek bir şey olarak sunmasıdır. İşin diğer bir yanında, kötü adam olmasına rağmen karizması yüzünden iyi anılan pek çok karakter var. Lakin bu noktada, işin bir katmanı daha olduğunu düşünüyorum. O da, insanların sistem karşıtı karakterlere olan açlığıdır. Şöyle bir düşünün. Hollywood gibi büyük yapımlarda, sistem karşıtlığıyla öne çıkan kaç tane iyi karakter var? Böyle karakterler, hemen her zaman kötü adam olarak yazılıyor. Bunun önemli bir sebebinin, bu hikayeleri yazan, yönlendiren veya seçen kişilerin, Nolan gibi zengin kişiler olması olduğunu düşünüyorum. Oysa pek çok insanın içinde, yaşadığımız dünyaya, yaşadığımız sisteme karşı bir tepki var. Bu yüzden, çıkıp, ona baş tutan bir karakter, kötü bir adam olsa veya bunu sadece estetik bir açıdan yapıyor olsa bile, insanların aklında kalıyor. Örneğin, bu olay, 2019’da çıkan Joker filminde de gerçekleşti. Joker oldukça hasta bir karakter olmasına rağmen, sistem karşıtlığı yüzünden insanlar onu benimsedi ve onun makyajını protestolarda kullandı.

4. Son

Bu anlattıklarım daha da genişletilebilir. Misal, Bane’in “adalet” adı altında azılı suçluları hapisten salması, onun devrimciliğinin ne kadar sahte olduğuna başka bir örnek oluyor. Aynı zamanda, bu şekilde, sistem karşıtı kişiler bir kez daha kötülenmiş oluyor. Yazılarımda sürekli olarak alıntıladığım bir şeyi tekrarlarsam:

“Şöyle düşünün. Okuduğumuz, izlediğimiz, oynadığımız hikayelerde hemen her zaman, baş karakter var olan sistemi koruyan bir tiptir. Bu sistemi değiştirmek isteyen kişiyse bir kötüdür. Bazen bu kötü adama sempati ve empati duyabilir, ona hak verebiliriz. Ancak hemen hiçbir zaman kötü adam olmaktan öteye gidemez. Sonuçta statükoyu ve düzeni korumak doğru ve iyi olandır. En azından bizde böyle kodlanmıştır. Tükettiğimiz çoğu şey, bu sonuçla biter.”

İşin diğer bir yanında, Batman’in ve Bane’in ideolojileri, çukurdaki kişilere davranışlarına da yansıyor. Bane, hapishaneden kaçtıktan sonra oradaki insanları serbest bırakmıyor, hapishanenin efendi haline geliyor. Hatta Talia onları cezalandırıyor. Batman ise onları serbest bırakıyor. Alakalı olarak, Bane hakkında söylenen pek çok şey Talia için de geçerli. Lakin filmde ideolojik olarak yerine oturmayan bir parça, Bane’in Talia’ya olan saf sevgisi oluyor. Şu ana kadar yaptığım okumaya oturmuyor ve bu noktada, bunu filmin yazım şekline bağlıyorum. İnsanları ters köşe yapmak için, Bane’e biçilmiş olan rol kısmen Talia’ya aktarılıyor. Bunu, çizgi romanlara bakınca daha rahat anlayabiliyoruz. Örneğin, Batman (2016) 18. sayıya baktığımızda, Bruce ve Bane’in arasındaki paralellikler ve farklılıklar, sayfa sayfa, kare kare önümüze sunuluyor. Bane’in nasıl dünyadaki en kötü yer denilen noktadan doğduğunu ve özel birisi olduğunu görüyoruz. Bu, sadece Rebirth dönemi eserindeki Bane’e özgü değil. Orijinal çıkışına baktığımızda da, Bane’in böyle bir ortamda büyüdüğünü görüyoruz. Oysa filmde, bu rol Talia ve Bane arasında paylaştırılıyor. Bunun diğer bir kanıtı, çizgi romanlarda babasının cezasını çeken çocuk Bane’ken, filmde bunun Talia olması.

Yazıyı bitirmeden önce şunu belirteyim. Yazıda yaptığım okuma, zorunlu olarak benim görüşümü belirtmiyor. Örneğin, çukuru, sınıf atlamanın imkansızlığına dair bir sembol olarak ele aldım fakat sınıf atlama daha zorlaşmış olsa da, imkansız bir şey değil. Aynı zamanda, ülkeden ülkeye değişen bir şey. Zaten sembollerin yaygın bir işlevi, karmaşık konuları basitleştirerek, hissel olarak insanlara bir şey anlatmalarıdır. İşin diğer bir noktasında, anlatmaya çalıştığım şey “Devrim iyidir,” gibi bir mesaj da değil. Dikkat çekmek istediğim, içinde yaşadığımız sistemi sorgulayan şeylerin popüler medyada azlığı, tam tersi bir mesaj veren filmlerin ne kadar yaygın olduğu ve yazarların statülerinin yarattıkları eserleri ne kadar etkilediği gibi şeyler.

[Katılıyor musunuz? Farklı mı düşünüyorsunuz? Yorum atabilirsiniz. Yazıya destek olmak istiyorsanız, paylaşabilirsiniz de.]

Kaynaklar

  1. https://irle.berkeley.edu/what-really-caused-the-great-recession/
  2. https://en.wikipedia.org/wiki/Emergency_Economic_Stabilization_Act_of_2008
  3. https://www.cbpp.org/research/economy/the-legacy-of-the-great-recession
  4. http://jhr.uwpress.org/content/43/1/139.refs
  5. https://web.archive.org/web/20130525230108/http://www.brookings.edu/about/projects/bpea/latest-conference/2013-spring-permanent-inequality-panousi
  6. https://www.oxfam.org/en/5-shocking-facts-about-extreme-global-inequality-and-how-even-it
  7. https://wealthygorilla.com/christopher-nolan-net-worth/

Feindbild Yazar:

Buradaki ve başka yazılarımı da içeren kendi sitem: https://otegezen.wordpress.com/

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir