The Batman: Kaçıncı Kere Aynı Şeyi Tüketeceğiz?

The Batman iyi üretilmiş bir ürün. Hedef kitlesi ve amaçladığı şey düşünülürse bunun aksini söylemek pek mantıklı değil. Robert Pattinson’ın performansı oldukça yerinde, Kedi Kadın ve özellikle Penguen oldukça iyi kotarılmış. Riddler orijinal bir dokunuşla yoğurulmuş ve rolünü iyi bir şekilde gerçekleştiriyor. Görüntü yönetmenliği güzel gerçekleştirilmiş. Müzikler çok öne çıkmıyor ama kötü oldukları söylenemez. Peki o zaman sorun ne?

[Bu yazı The Batman’den spoiler içermektedir.]

Sorun, belki de, The Batman’in kendisinde değil fakat DC ve Marvel’ın sinematik evrenlerindedir. Bu evrenlerdeki kahramanlık hikayeleri, öldürüp öldürmeme ikilemleri, adalet, barış, savaş ve şiddete dair yaklaşımlar, inanılmaz derecede yüzeysel boyutta kalmaktan öteye geçemiyor. Anlattıkları “kahramanlık” hikayeleri genel olarak gerçek dünyanın sorunlarından o kadar uzakta ki, içerdikleri herhangi bir ahlaki öğüt veya erdemin hiçbir uygulanırlığı veya nüansı yok. Örneğin, Iron Man ve Kaptan Amerika arasındaki sözde prensibe dayalı olan ama aslında daha çok kişisel bir çatışmaya dayanan “savaş”, gerçekten de inanılmaz önemliydi (çizgi romanı da çok iyi değil ama en azından prensiplere birazcık daha ağırlık veriyordu). Başka bir örnekte, Wonder Woman ikinci filmde bize, bir değer hakkındaki dünyanın en sıkıcı monoloğunu dinletmişti. Daha ilginç bir örnekte, Superman üstünden, güce tapınmaya dayalı bir kahraman algısının zararları üstüne bir film yapılacak izlenimi verilip, hem bu yapılmadığı gibi hem de sinematik evrenin belki de en az düşünen Batman’i gösterilmişti. Üstelik bu konu oldukça ilgi çekici bir şekilde işlenebilecek bir potansiyele sahipti. İnsanların güçlü figürleri nasıl ilahlaştırdığı, bunun psikolojik ve diğer temelleri, sürekli bir kurtarıcı aramanın insanlık üzerindeki etkisi, insanların sorunlarını onlar yerine çözen veya çözmeye çalışan bir “süper gücün” etik olup olmadığı gibi sorular sorulabilirdi. Ancak bunun yerine, karanlık bir atmosfere sahip olduğu için derinmiş taklidi yapan, söyleyeceği anlamlı hiçbir şey olmayan bir ürün sunuldu. Belki de, bir noktada, bu yüzden DC filmleri, Marvel Sinematik Evreni’nden daha başarısız oluyor. Marvel en azından derinmiş taklidi yapmıyor ve çıtır çerez bir evren olduğunu kabulleniyor. Bunun aksini Eternals ile denedi ve eline yüzüne bulaştırdı.

Bunun sebebi nedir? Neden ne Marvel ne de DC diyecek anlamlı bir şeyi olan bir film yapmayı genel olarak beceremiyor? Bu sorulara cevap vermeden önce, şunu bir aradan çıkarayım. Bu evrenlerden çıkan her filmin tamamen boş olduğunu düşünmüyorum. Özellikle Marvel bu çıtır çerezlik işinde ustalaştı. Hatta No Way Home filminde gösterdiği gibi, arada kahramanlık mentalitesine dair fena olmayan anlatımlar yapabiliyor. İşin diğer yanında, DC bu çıtır çerezlik mentalitesini benimsemeyi reddediyor gibi görünüyor. Bu yüzden çıkardığı işler, bir noktada, bu yüzden sırıtıyor. Lakin bu sırıtış öyle bir sırıtış ki, Marvel’a, DC’ye ve eğlence sektörüne dair bize oldukça fazla şey söylüyor.

Bu söylenilen şey, özetle, süper kahraman filmlerinin genel olarak söyleyeceği önemli bir şey olmadığıdır. Bir bezeden farkları yok. Birisi bu gerçekliği bir illüzyonla örtmeye çalıştığında, illüzyonun arkasındaki gerçeklik bir anda gözümüze çarpmaya başlıyor. Oldukça ironik bir şekilde, o ana kadar dikkat etmediğimiz ve göz önünde bulunan bu boşluk, oynanarak daha belirgin hale gelmiş bir sivilce gibi gözümüze batıyor.

The Batman’i ele alalım. Filmde Gotham’ın yozlaşmışlığına oldukça yakından tanık oluyoruz. Bu yozlaşma her yere yayılmış ve yetkililerin birçoğunu ele geçirmiş. Peki filmin sonunda bu durum neye bağlanıyor? Hiçbir şeye bağlanmıyor. Riddler ekarte ediliyor, “gün kurtarılıyor” ve Batman umut hakkında oldukça yüzeysel bir takım laflar ediyor. Klasik bir aksiyon hikayesi olmaktan öteye geçen hiçbir yanı olmuyor. Kötü adamı yen, kahramanlık hakkında yüzlerce kez duyduğumuz ve altı oldukça banal bir şekilde doldurulmuş bir takım laflar et ve hoppa, film bitti.

Bu noktada, film hiçbir risk almıyor. Ele aldığı konular hakkında orijinal veya yaratıcı bir yorumla sunduğu hiçbir şey yok. Filmin belki de tek orijinal veya yaratıcı tarafı, Riddler’ın bir streamer olması ve internetin karanlık tarafını kullanması. Suça dair, yozlaşmaya dair, bu yozlaşmanın ortaya çıkmasına neden olan koşullara veya sisteme dair, insan psikolojisine dair, yüzeysel veya vasat olmayan hiçbir anlatısı yok. “Fakir ama gururlu villain” anlatısı artık tek başına bir yenilik ifade etmiyor. Bunu filme koymuş olmak, kendi başına o hikayeyi daha anlamlı veya kaliteli bir şey haline getirmiyor. Altını doldurmak, bunu işlemenin yaratıcı veya ilgi çekici şekillerini bulmak, hatta yer yer daha derinleştirmek gerekiyor. The Batman’de bunların hiçbirisi yok.

Yanlış anlaşılmasın, bir hikayenin ilgi çekici veya güzel olması için illa ki çok da derin olması gerektiğini düşünmüyorum. Örneğin, Invincible çizgi dizisi derin bir eser değil ama yaptığı şeyi oldukça ustalıkla yaparak, insanı ekran başına bağlıyor. Eğlendirici süper kahraman filmleri de var (örn. Guardians of the Galaxy, Deadpool). Bu da bizi yazının önceki kısımlarında dediğim duruma getiriyor. Live action süper kahraman filmi endüstrisi, diyeceği bir şeyi olmayan bir endüstri. İnsanlara eğlenmeleri ve fantezi evrenlerde kendilerini kaybetmeleri için bir kaçış sunan filmlerden daha öteye gidebilen bir şey üretemiyor (buna dair kimi istisnalar var, örn. TDKR veya Joker). Bu fantezi evrenleri insanın aklını alan bir şekilde de kurmuyor veya işlemiyor.

Peki bu durum nasıl oluşmuş olabilir? Neden bu sanat eseri üreticileri, söyleyeceği önemli bir şey olan eserler üretemiyor? Bu, bir noktada, Hollywood’un sanat eserlerini kitle tüketim için olan, kolay hazmedilebilir şeyler olarak üretme eğilimidir. Hollywood bu eğilimi geliştirmesinin sebebi de oldukça basit. Hollywood filmleri oldukça fazla yatıran alan filmler ve bu yüzden oldukça fazla gelir elde etmeleri gerekiyor. Sonuçta, kapitalist ekonomide, bir yatırımcı ne kadar yatırım yaparsa, o kadar fazla kâr bekler. Bu yüzden, yüksek yatırımlı filmlerin sadece “başarılı” olması yetmiyor. Yatırımcılar çok daha fazla dönüş beklentisi içinde oluyor (örneğin, AAA oyunlar da böyle). Bu mantık doğrultusunda, Hollywood, filmleri -özellikle daha büyük bütçeli olanları- olabildiğince fazla kişiye hitap edecek, onlar tarafından anlaşılabilecek şekilde üretiyor. Malesef bu da yüzeysellikle gerçekleşiyor. Arada bunu kıran filmler var (örn. The Matrix, Schindler’in Listesi, Fight Club). Buna rağmen, bu tarz filmleri yapmak, bir kapitalist açısından daha yüksek riskli yatırım oldukları gerçeğini değiştirmiyor. İnsanlara basit eğlence sunarak daha düşük bir riskle daha fazla kâr etmek varken, çoğu yatırımcı böyle bir şeye ikna edilemeyecektir. En çok gelir elde etmiş yirmi filme bakmak bunu daha anlaşılır kılacaktır. Ucuz eğlence bu listeyi domine ediyor.

“Rank” kısmı şu anki sırayı belirtiyor. Wikipedia.

Bu özellik sadece Hollywood’a has değil. Endüstrileşmiş kapitalist sanat için pek çok noktada bu durum geçerli. Ancak bu endüstrilerde yatırım miktarı ne kadar artarsa, bu durum o kadar daha belirgin hale geliyor. Belki de bu yüzden pek çok fan, sevdikleri evrenlerin çok da büyümesini istemez. Bir noktada, büyümek demek, daha yüzeysel bir kitleye hitap etmek demektir. Bu da, insanların, sevdikleri evren çekici özelliklerini kaybedecek diye endişelendiriyor.

Bütün bunlar, bizi önemli diğer bir soruya getiriyor: sanat ne olmalıdır? Bu sorunun yanıtı, kapitalist bir ekonomide, “Sanat tüketicinin talep ettiği şey olmalıdır,” oluyor. Sanatın insanlara bir şey öğretme, yol gösterme veya sanatçının kişisel gerçekliğini anlatma özelliği arka plana atılıyor. Yüzlerce yıllık “Sanat, sanat için midir?” klişesi bile sorulmuyor artık. “Sanat tüketmek içindir,” mantığı benimseniyor. Bu yüzden, daha fazla tüketilecek şekilde sanat eserleri üretiliyor. Bir sanat eseri ne kadar tüketilirse, o kadar başarılı sayılıyor (bunu pek çok fan da benimsemiş olacak ki, kimi fanlar izlenme sayısı veya satış rekoru gibi şeylerle övünüyor). Bu tüketim de, var olan dünya düzeninde, insanların gerçeklikten kaçmasını sağlayacak ucuzluklar sayesinde gerçekleşiyor. Uzun süredir çürümekte olan sistemler sebebiyle dünya etrafımızda çökerken ve medeniyet birden fazla krizin içine yuvarlanırken, gerçekliğin korkunçluğuyla yüzleşmekten kaçmak için, kendimizi, konfor ve cehaletle sarmalıyoruz. Bunu yaparken, kendimize “bunların bizi mutsuz ettiğini” veya “dünyayı kurtaramayacağımızı” söylüyoruz. “Kurgumda gerçek sorunları görmek istemiyorum,” deniyor. “Düşünmek istemiyorum.” Bu esnada, sorunlarını öyle veya böyle görmezden geldiğimiz sistemler çökerken, bizi, medeniyeti ve doğayı kendileriyle beraber aşağı çekiyor.

Bütün bunları demiş olmakla beraber, insanın hayatındaki her bir anın, bir anlam arayışına veya bir davaya adanması gerektiğini düşünmüyorum. Öncelikle, bu tarz uğraşlar, yorucu ve çaba gerektiren şeylerdir. İnsan her bir anını onlarla uğraşarak geçiremez. İkinci olarak, sırf zevk için zevke karşı çıkarsak, çay içmeye bile karşı çıkmamız gerekir. İnsan hayatında ona tatmin veya mutluluk verecek pek çok şeyi kestirip atmamız gerekir. Üçüncü olarak, söz konusu kurgu olduğunda, sırf zevksel görünen şeyler bile bir anlam ifade edebiliyor. Örneğin, kozmik korku türü, görünüşte “sadece fantastik edebiyat” olsa da, insanın evrendeki yeri ve doğa yasalarının acımasızlığı, bunların kişiyi ne kadar küçük hissettirdiği gibi konuları işlemektedir. Bu hikayelerde, evrendeki güçler akıl almayacak derecede büyüktür. Değiştirilemezler, yenilemezler, en fazla küçük ve geçici zaferler elde edilir ama bunlar da eninde sonunda anlamsızdır. Evrenin büyük ve soğuk tanrıları, doğa yasalarını temsil eder. İnsanı önemsemez, onu bir karınca gibi ezerler. Bu genellikle kötü niyetten de değildir, sadece insanları hiç önemsemedikleri içindir. Bu hikayeler, bu konuları işleyerek, insanın evrendeki yeriyle güvenli bir ortamda yüzleşmesini ve onu duygusal olarak algılayabilmesini, işleyebilmesini sağlamaktadır. Hatta insanı düşünmeye bile sevk eder. Başka bir örnekte, saf dram filmi olarak görülen şeyler, izleyici için çok fazla şey ifade edebilir. Kendi yaşadığı bir dramı hatırlamasını sağlayarak, yine aynı şekilde, bu hisleriyle güvenli bir ortamda yüzleşmesini sağlayabilir. Bu yüzden, klasik edebiyat gibi olmayan her şey anlamsızdır diye bir görüş öne sürmek yanlış olur.

Bütün bu noktalara rağmen, yine de, eğlence sektörünün ve özellikle süper kahraman filmi endüstrisinin iyi bir noktada olduğu düşüncesinde değilim. Evet, kolay tüketilebilen bir ürünü tüketmek illa ki kötü bir şey değil. Ancak piyasa bunlar tarafından domine ediliyor. Asıl sorun da belki de burada. Ucuz eğlenceye o kadar alışkın hale geldik ki, sanatın diğer yanlarını, olabileceği şeyi, artık düşünmüyoruz bile. Oysa sanat, insanın ufkunu açabilen, onun duygusal olarak olgunlaşmasını sağlayan, entelektüel gelişimine katkı yapan, hayatındaki ve dünyadaki sorunlarla güvenli bir ortamda yüzleşmesini sağlayan, yarattığı eserlerle insanın zihnini ve kalbini gıdıklayan bir şeydir. Süper kahraman filmlerinin büyük çoğunluğu bunların hiçbirisi değil. Bu yüzden, özellikle yaşadığımız tarihi zamanlar düşünülürse, süper kahraman filmi endüstrisinin, entelektüel, sanatsal ve etik açıdan inanılmaz derecede başarısız olduğu kanısındayım. Entelektüel açıdan başarısız çünkü insanı hiçbir şey üstünde düşünmeye sevk etmiyor. En fazla bu illüzyonu yaratıyor (bkz: Thanos ve inanılmaz derecede çarpık ve yüzeysel kaynak sıkıntısı sorunu). Sanatsal açıdan, en azından yazım olarak, başarısız çünkü yukarıda sunduğum ve sanatı yükselten hiçbir özelliği taşımıyor. Etik açıdan başarısız çünkü dünyanın içinde yüzdüğü ve gittikçe şiddetlenen sorunları tamamen görmezden gelerek, sadece ucuz eğlence pompalıyor.

Bu sebeplerden dolayı, bu sektör beni gittikçe rahatsız eder hale geldi. Bu hikayeler çok daha fazlası olabilirdi ama bize sunulan şey, aynı yüzeysel hikayeler, aynı yapay sorunlar, aynı duygusal ve zihinsel yetersizlikler. Bu noktaya nasıl gelindi? Neden daha iyi bir endüstri oluşmadı? Böyle sorular, gerçekten üstüne düşünmeye değer şeyler.

Feindbild Yazar:

Buradaki ve başka yazılarımı da içeren kendi sitem: https://otegezen.wordpress.com/

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir