The Killing Joke: Sanrının İki Yüzü?

Ünlü The Killing Joke hikayesi Batman ve Joker’in benzerliklerini ve farklılıklarını anlatıyor. Peki bunlar neler ve ölüm korkusuyla ne ilgileri var?


Tek sayıdan oluşan ve 1988’de ilk çıktığında Batman devamlılığının dışında basılmış, yani farklı bir gerçeklikte geçen, The Killing Joke çizgi romanı, yayımlandığı vakitten beri pek çok çizgi roman ve Batman hayranının ilgisini çekmiştir. Pek çok kişi ve eleştirmen bu hikayeyi övmüştür. Hilary Goldstein ona “anlatılmış en iyi Joker hikayesi” ünvanını vermiş, James Donnelly “20. yüzyılın en büyük çizgi romanlarından birisi” demiş, B.L. Wooldridge ondan “Moore’un ustalığıyla ve ressam Brian Bolland’ın hayranlık uyandıran sanatıyla inanılmaz bir hikaye,” diye bahsetmiştir. Çizgi roman tarihçileri Robert Greenberger ve Matthew K. Manning ise onu “nihai Joker hikayesi” ilan etmiştir.

[Bu noktadan sonra, yazı spoiler içermektedir ve cinsel saldırı bahsi içermektedir.] [Bu yazı, yazarın kendi sitesinde de yayımlanmıştır.]

Bunlara rağmen, hikayenin yazarı Alan Moore, kendi yaratımına bu kadar sevgiyle bakmamıştır. Bunun bir sebebi, Barbara’ya fazla kötü davrandığını düşünmesidir. “DC’ye, o zamanlar Batgirl olan Barbara Gordon’ı sakatlamamda herhangi bir sorun olup olmadığını sordum ve eğer hatırlıyorsam, projede editörümüz olan Len Wein ile konuştum… [O] şöyle dedi: ‘Evet, tamam, sürtüğü sakat bırak!’ Muhtemelen beni dizginlemeleri gereken alanlardan biriydi ama yapmadılar.”

Barbara’nın tecavüze uğradığının ağır şekilde ima edildiği ve bunun eleştiri çektiği de düşünülürse, Moore’un Barbara’ya fazla kötü davrandığını düşünmesi daha da iyi anlaşılacaktır. Bunları demiş olmakla beraber, Moore’un eserini sevmemesinin tek sebebi bu değildir.

2000 yılındaki bir röportajda “Çok iyi bir kitap olduğunu düşünmüyorum. Çok ilginç bir şey söylemiyor,” demiştir. Daha sonra buna şöyle bir ekleme yapmıştır. “Bir noktaya dikkat çekiyordum… Batman ile Joker arasında pek çok benzerlik olduğuna. The Killing Joke’un ana fikri buydu.” Bunu zamanla daha da açmıştır:

“The Killing Joke, Batman ve Joker hakkında bir hikaye; gerçek hayatta karşılaşacağınız hiçbir şeyle ilgili değil çünkü Batman ve Joker şimdiye kadar yaşamış hiçbir insana benzemiyor. Yani insani önemli bir bilgi aktarılmıyor… Evet, beceriksizce olduğunu, yanlış değerlendirildiğini ve insani açıdan hiçbir önemi olmadığını düşündüğüm bir şeydi. Gerçek dünyayla hiçbir şekilde alakası olmayan birkaç lisanslı DC karakteriyle ilgiliydi.”

Çizgi romanın çizeri Brian Bolland, Alan Moore’un bu hikayeyi yazdığı sıralarda DC’yle arasının bozulmuş olduğunu ama kendisine iyilik olarak yazdığını söylemiştir. Hikayenin delüks edisyonunda şunu da belirtmiştir. “The Killing Joke, Alan’ın başlattığı bir proje değildi, bildiğim kadarıyla onun için sevgi dolu bir emek de değildi ve genellikle en büyük eserleri listesinde yer almaz. Yine de, yazmayı kabul etmesinden mutluyum.”

Alan Moore’un diğer hikayelerini okumuş kişiler, Moore’un bu tutumunu anlayabilecektir. Diğer hikayelerinde insan varoluşuna ve yaşama dair pek çok fikre çok daha fazla değinmektedir. Örneğin, bir başka “lisanslı DC karakteri” olan Superman hakkında yazdığı All-Star Superman hikayesinde bile, insanın ölüm karşısındaki çaresizliği ama ona rağmen ne kadar fazla şey yapabileceği işlenmektedir.

Buna rağmen, bu noktada, yazarın ölümü prensibini uyandırmak gerektiğini düşünüyorum: yani yazarın hikayesi hakkındaki fikrini sadece bir fikir olarak ele almak ve eserini bağımsız olarak değerlendirmek gerektiğini.

Bunu demiş olmakla beraber, Moore’un dediği bir şeyin yine de bu yazı için oldukça yakından ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu hikaye Batman ve Joker’in benzerliği hakkında. Bu benzerliği en temele indirdiğimizde, ikisi de oldukça kötü bir gün yaşamış ve bunun sonucunda hayatları temelden değişmiş kişilerdir. Joker, bu kötü günün sonucunda mental sağlığını yitirmiş ve bunun yanısıra kaosu benimsemişken, Batman ise düzene daha fazla tutunmuş ve kaosa karşı savaşmayı seçmiştir.

Burada kaos ile kastedilen şey, hayatın kaosudur. Batman de Joker de, hayatımızdaki düzenin ve anlamın sandığımız kadar sağlam, sarsılmaz olmadığını birinci elden tecrübe etmiştir. Yani, rastgelelik sonucunda bir anda her şey çökebilmektedir. Batman’ın durumunda bu insan eliyle gerçekleşmiş bir cinayetken, Joker’in durumunda bunun bir kısmı tamamen şanstır, yani eşinin elektrik çarpması sonucu milyonda bir görülen bir kazayla ölmesi. Elbette, bunun Joker’in gerçek geçmişi olup olmadığını bilmiyoruz çünkü Joker geçmişini birden farklı şekilde hatırladığını söylüyor. Lakin olayın detayları önemli değil. Önemli olan, rastgele bir olay veya olaylar sonucu, her şeyin bir anda çökebilmesidir.

Bu kadar ekstrem bir şekilde olmasa da, bunun benzeri olayları hepimiz bir noktada yaşarız. Bir gün uyanırsınız ve o gün bir yakınınıza bir şey olur veyahut karşıdan karşıya geçerken bir anlık bakmayı unutursunuz ve araba çarpar veyahut her şeyi değiştirecek bir afet veya siyasi bir kriz gerçekleşir. Olayın detayı çok fark etmez, önemli olan tek bir günde, hiç beklenmedik bir şekilde, hayatınızı temelden sarsabilecek olaylar gerçekleşebilmesidir.

Bu durumda, The Killing Joke’a göre, iki türlü tepki veren insan bulunmaktadır. Dünyadaki düzene ve anlama olan inancını tazeleyenler ve bunu kaybedenler. Bunlar birbirinin zıttı yanıtlar olarak görülebilir ama kültürel antropolog Ernest Becker’a göre pek de farklı bir yanları yoktur. Becker, Ölümün İnkarı (The Denial of Death) isimli kitabında, insanların yaptıkları her şeyin ölüm korkusu hakkındaki farkındalıktan kaynaklandığını iddia etmiştir. Ona göre, insanlar ölümün farkında olan tek canlıdır ve bu farkındalık korkunçtur. Bu yüzden, kendilerine anlatacakları düzen ve anlam mitleri inşa ederek kendilerini korumaya almıştırlar. Becker daha da ileriye gitmiş ve düzene ve anlama inancın bir tür delüzyon, bir tür hastalık olduğunu iddia etmiştir. Ancak, kitabın sonunda bu delüzyonların yaşamak için gerekli olduğu sonucuna da varmıştır.

Becker’in bilimselmiş gibi görünmeye çalışan ama sadece spekülasyondan oluşan kitabı, metodolojik çok ama çok fazla soruna rağmen, ilginç bir fikir öne sürmüştür: ölüm farkındalığını bastırmanın hayatımızı her alanda etkilediği fikri. Daha sonra, onun fikrini ilginç bulan üç psikolog, Jeff Greenberg, Sheldon Solomon ve Tom Pyszczynski, dehşet yönetimi kuramını (terror management theory) oluşturmuştur. Psikoloji biliminde yeri olan bu kurama göre, insanların hayatta yaptıkları pek çok şey ölüm farkındalığını bastırmak üstünedir. Elbette, ölüm korkusunu bastırmanın her şeyi açıkladığını iddia etmemektedirler. Fakat ölüm farkındalığının pek çok şeyde, belki de hemen her şeyde bir parmağı olduğunu savunmaktadırlar.

Bu kuramı biraz daha açacak olursam, ölüm korkusuyla baş etmenin iki temelinden birisi dünya görüşüdür. Kişinin dünya görüşü, ona bir düzen, devamlılık ve anlam hissi sağlamaktadır. Hayatta bir düzen olduğu, her şeyin ölüme rağmen devam ettiği ve bütün bunların bir anlamı olduğunu düşünmek, kişinin ölüm korkusunu ötede tutmasını ve hayatına devam edebilmesini sağlamaktadır.

Joker ve Batman’in ikisi de, işte bu hislerin tehdidiyle karşılaşmıştır. Yaşadıkları o kötü gün, dünyanın düzenli değil fakat kaotik bir yer olduğunu, anlamlı değil fakat bomboş olduğunu ve hayatın devamlı değil fakat bir anda yok olup gidebilen bir şey olduğunu yüzlerine vurmuştur.

Joker bu farkındalıkla baş edemeyerek parçalanmışken, Batman’se farkındalıkla mücadele etmiş ve ona üstün gelmeyi başarmıştır.

Lakin gerçekten öyle mi? Joker her ne kadar artık bu hislere sahip değilmiş gibi görünse de, bunun böyle olduğunu düşünmüyorum. Bu noktada, Ernest Becker gibi bir başka felsefi pesimist olan Peter W. Zapffe’e başvuracağım. Zapffe’e göre ölümün kaçınılmaz olduğu farkındalığına karşı geliştirilmiş savunma mekanizmalarından birisi süblimasyondur. Süblimasyonda, kişi yaşadığı acı tecrübeleri dönüştürür. Örneğin, travmalarını kullanarak bir şey üretir. Zapffe, bundan şöyle bahsetmektedir (kalın punto benim eklememdir).

“Dördüncü savunma mekanizması olan sublimasyonun işleyiş biçimi, bastırmadan çok dönüştürmedir: yaratıcı yetenek ya da sarsılmaz gösterişle, kişi hayatın ıstırabını hoş deneyimlere dönüştürebilir. Kişi, hayatın kötülüklerini olumlu bir tavırla ele alır ve bu, onları faydalı deneyimlere dönüştürebilir. Örneğin dramatik, kahramanca, lirik ve hatta komik yönlerini yakalar ve böylece içlerindeki dehşeti yok eder.”

Bu açıdan baktığımızda, Joker’in bir tür süblimasyon yaptığı görülebilmektedir. Ne de olsa, Joker eğer gerçekten hayatın yaşamaya değmez olduğunu tamamen düşünseydi, hayatını sonlandırırdı. Buna rağmen, hayatın bir şaka olduğu fikrinde anlam bulmuş ve bu ona yaşamaya devam etmesi için gereken motivasyonu vermiştir. Aynı zamanda, paradoksal gelebilecek ama öyle olması gerekmeyen bir şekilde, Joker için yeni düzen, düzensizliğin kendisi olmuştur. Hatta Joker bu düzensizliği insanlara enforse etme ihtiyacını bile hissetmektedir. Joker için düzensizlik sadece öylesine var olan bir şey değildir. Evrenin gerçeğidir ve bu gerçekle yüzleşen herkesin, kendisi gibi, aklını yitireceğini iddia etmektedir. Bu yüzden suç işlemektedir. Bu yüzden Gordon’ın aklını yitirmesini sağlamaya çalışmıştır. Joker tamamen rastgele olmak bir yana, kaosu enforse etmek zorunda hisseden birisidir. Çünkü hayatındaki anlamı ve düzen hissini ona bu vermektedir. İnsanlara, özellikle Batman’e, “evrenin gerçek düzenini”, yani düzensizliği göstermek zorunda hissetmektedir.

Aynı sebeple, Joker, Batman’i çekememektedir. Joker’in paradoksal düzen anlayışına karşılık, Batman geleneksel düzen anlayışını temsil etmektedir. Joker’in paradoksal anlamsızlık anlayışının zıttı şekilde, Batman geleneksel anlamı temsil etmektedir.

Hakkında doğrudan yorum yapamayacağımız yegane şey devamlılık hissiyatıdır, zira buna yönelik doğrudan bir şey gösterilmemiştir. Lakin Joker’in bir tür kaosun ajanı haline gelerek tarihte bir iz bırakmayı amaçladığı, böylelikle sembolik bir ölümsüzlüğü hedeflediği spekülasyonu yapılabilir.

Bu açılardan bakıldığında, Joker’in, reddettiğini söylediği kavramları taşıdığını görüyoruz. İşin diğer yanındaysa, anlam, düzen ve devamlılık abidesi Batman duruyor. Lakin Batman’in de bu kavramların aksini taşıdığı yorumu yapılabilir. Bunun sebebi, daha genel Batman mitosu göz önüne alınınca anlaşılabilir. Bu da, Bruce Wayne’in Batman olmayı bırakamamasıdır. Bruce, yarattığı bu kesinlik abidesi kişiliğe inanılmaz derece bağlıdır. Ondan hiçbir taviz vermez çünkü veremez. Eğer böyle yaparsa, hayatın kaosu karşısında inşa ettiği anlam ve düzen hissiyatı yok olacaktır. Bunlar yok olursa, diye speküle edebiliriz, Batman sembolü kirleneceği için sembolik ölümsüzlüğü de yok olacaktır.

Bruce bu kadar katıdır çünkü esnek olmak onun için imkansızdır. Başka bir şekilde açıklayacak olursam, Bruce, yaşamaya devam etmek için Batman gibi katı bir kimliğe bürünmek zorundadır çünkü hayatın kaosu, anlamsızlığı ve düzensizliği başka türlü ona çok fazla gelmektedir. Yani onun düzen, devamlılık ve anlam ihtiyacı, diğer insanlardan daha yüksektir. Bu açıdan bakıldığında, Bruce’un hayata ve ölüme dair bir korkuyu sürekli olarak bastırmaya çalıştığı söylenebilir.

Beckett’ın hayattaki bütün anlamı bir delüzyon, bir tür hastalık olarak gördüğünü söylemiştim. Bu yoruma elbette katılmıyorum. Fakat bütün bunları bir arada ele aldığımızda, Batman ve Joker’in Yin ve Yang gibi olduğu söylenebilir. Joker kaosu sembolize etmesine rağmen kaosun içinde bir düzen (ve alakalı diğer şeyleri) taşımaktadır, Batman’se düzeni sembolize etmesine rağmen düzenin içinde bir kaos (ve alakalı diğer şeyleri) taşımaktadır. Bu yüzden hem benzer hem de farklıdırlar. Ve bu yüzden onların hikayesini, güzel yazıldığında, okuması zevklidir çünkü bu yakın farklılık büyük bir gerilim oluşturmaktadır. İşin sonunda ne olacağını biliriz, düzen kaosa üstün gelecektir. Hayatı olumlayan her hikayede olduğu gibi. Lakin düzenin nasıl üstün geleceğini görmeyi yine de merakla bekleriz.

The Killing Joke burada da bir açık kapı bırakmıştır ve belki de bu yüzden hala övgü almaya ve okunmaya devam etmektedir. Son sayfa muallak bırakılmış ve Batman’in Joker’in boynunu kırıp kırmadığı sorusu havada asılı kalmıştır. İkisinin de karşılıklı gülmesi, sonunda düşmanlığın aşılması olarak yorumlanabilecek olsa da, diğer bir yorum, sonunda Batman’in Joker’in ne kadar kayıp vaka olduğunu fark etmiş olması veyahut aralarındaki benzerliğin absürtlüğünün farkına varmasıdır. Bunun sonucu olarak kendi içindeki kaosa kulak vermiştir. Son sayfada, Batman ellerini Joker’in boynuna koymuştur. İlk başta gülme sesleri varken, daha sonra sadece gelen polis arabasının siren sesleri duyulmaktadır. Bir yoruma göre, bunun sebebi, Batman’in Joker’in boynunu kırarak onun gülüşünü durdurmasıdır. Son panellerde çizilen toprak parçasının kana benzemesi de bunu desteklemektedir. Bundan yola çıkarak, çizgi romanın adı da buradan geliyor denilir: Öldüren Şaka.

Feindbild Yazar:

Buradaki ve başka yazılarımı da içeren kendi sitem: https://otegezen.wordpress.com/

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir