Tartışmalı bir şekilde bitmiş Shingeki no Kyojin’i faşizm nasıl açıklıyor? Bunun bir Nazi filozofla ve Japon milliyetçiliğiyle ne ilgisi var? Isayama bize ne okuttu?
Merhabalar, Kahraman Baykuş ahalisi. Shingeki no Kyojin hakkındaki yazılarımın bu noktaya varacağını düşünmezdim ama bir şekilde buraya geldik. Cilt sonuyla gelen eklentileri öğrendiğimden beri, seriyi kafamda oturtmaya çalışıyorum. Bu sayfalar geldiğinden beri, sadece ben değil, birçok kişi, hatta belki de takipçilerin çoğunluğu, hikayeyi artık anlamlandıramaz bir hale geldi. Bununla alakalı, nihilist açıdan yaklaşan bir yazım oldu fakat hala bir şeyler yerine oturmuyordu. Yazıyı yayımladıktan sonra bu oturmayan tarafları anlamak için tekrar okumalara döndüm. Bulduğum şeyler, oldukça endişe verici ve sadece hikayeyi değil, bir kişi olarak Isayama’nın görüşlerini de sorgulattırıyor. Anlatılan hikayede, sadece Japon milliyetçiliğiyle değil, Nazi düşüncesiyle de bağlantılar var. Bu bağlantıları anlayınca hem hikayenin ne anlatmak istediği insanın kafasına oturuyor hem de onun neden sorunlu olduğu anlaşılıyor. Gelin, bunlar neymiş, bir bakalım.
[Bu yazı, mangadan ve sonundan spoiler içerir.] [Bu yazı, yazarın kendi sitesinde de yayımlanmıştır.]1. Carl Schmitt’in Faşist Felsefesi
Shingeki Kyojin ve faşizm arasındaki bağlantıları anlamak için, Nazi filozof Carl Schmitt’e bakmak gerekiyor. Shingeki no Kyojin ve Nazi filozof Schmitt arasında bağlantılar kuran tek kişi ben değilim. Bu konuda birden fazla yazı var (1, 2, 3, 4). Bu bağlantıları anlamak, hikayeyi daha iyi anlamayı sağlıyor. Bu yüzden, Schmitt’in düşüncelerine kısaca bir bakalım. Schmitt’in düşüncesinde üç kavram oldukça temel yere sahiptir.
İlk olarak, ona göre, siyasetin temeli dost-düşman ayrımına dayanmaktadır. Siyasi aktivitedeki her şey, bu temel üstünde yükselmektedir ve bunu reddetmek zararlıdır. Bir kişi, siyasi olarak, ya düşmanınız ya da dostunuzdur. Düşmanla o an aktif olarak fiziki bir savaşta bulunmasanız bile, siyasi aktivitenin temelini ve nihai sonunu bu teşkil etmektedir. “Düşmanların” diyalog yoluyla sorunlarını çözebilmesi mümkün değildir. Bu yaklaşımda, gruplar arasında en küçük bir farklılık bile bir düşmanlık teşkil edebilmektedir. Bu yüzden, tolerans, çeşitlilik, işbirliği veya diyalog yolunu değil fakat farklı olanı yok etmeyi salık vermektedir. Lakin birisinin siyasi düşman olması demek, ahlaki veya estetik olarak kötü olduğu anlamına gelmek zorunda değildir. Aynı şekilde, birisinin siyasi dost olması, ahlaki veya estetik olarak iyi olduğu anlamına gelmez.
İkinci olarak, devletin iç ve dış düşmanlarla baş edebilmesi için totaliter olması gerekmektedir. Bu şekilde, dış düşmanlara sert bir karşılık verecek ve aynı zamanda toplumu iç düşmanlardan temizleyecektir. Yani homojen ve güçlü bir toplum yaratacaktır.
Üçüncü olarak, sıradışı zamanlar kilit noktasıdır. Egemen, sıradışı anlarla, yani kriz anlarıyla, başa çıkandır. Özellikle yetkileri elinde toplamış bir diktatör gerektiği için, egemen bir totaliter devlet en uygunudur.
Schmitt bu kavramların üstüne daha da kuruyor ve sıradışı anları, yani kriz anlarını, sıradanlığın sıkıcılığının atıldığı hayat dolu anlar olarak övüyor. Aynı şekilde, totaliter devletler de hayat dolu oldukları için övülüyor. Bunun dışında, dost-düşman ayrımının her an için bir fiziksel savaş oluşturmadığını söylese de, onun nihai olarak buna varacağını söylüyor. Savaşı, kahramanlık ve hayat doluluk açısından övüyor. Gerçekten de, savaş, Schmitt’in yazılarında oldukça önemli bir yere sahip bir olgu olarak öne çıkıyor. Thomas Hobbes’un “İnsan insanın kurdudur,” mantığını benimseyerek, insanlığın siyasi aktivitelerini daimi bir savaş olarak aktarıyor. Bu sebeple liberalizmi eleştiriyor ve onu ordusuzlaşma (sivilleşme) ile suçluyor. Schmitt’e göre liberalizmin getirdiği anti-militarist tutum, devleti “nihai karşılaşma” olan kanlı savaş karşısında güçsüzleştiriyor.
Schmitt’in liberalizme yönelik diğer bir eleştirisi, onun siyasetin dost-düşman ayrımı üstüne kurulu olduğunu inkar ettiği iddiasıdır. Ona göre, liberal düşünce, dost-düşman ayrımı yerine, medeni tartışmayı öne çıkararak, devleti zayıflatıyor.
Bu yaklaşımlar, Schmitt’i Nazi rejimini savunmaya yönlendirmiştir ve 1933’te Nazi partisine katılmış ve 1936’ya kadar onun içinde aktif bir rol almış, Nazilerin yaptığı baskıya, yapacağı soykırım ve diğer katliamlara katkı yapmıştır. Schmitt’in totalitaryen devlet görüşü, ulusun homojenleştirilmesi yani “düşmanlardan” arındırılması düşüncesi, insanları dost veya düşman olarak sınıflandırması, onu Nazilerin parçası olmaya itmiştir. Bu doğrultuda, partiye katılmadan önce bile, 1932’de Nazi rejiminin avukatlığını yapmıştır.
Kaynaklar
5. Schmitt, C. (2007). The Concept of the Political: Expanded Edition. University of Chicago Press.
6. Neocleous, M. 1996. ‘Friend or Enemy? Reading Schmitt Politically’. Radical Philosophy.
7. Vinx, Lars, “Carl Schmitt”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Fall 2019 Edition), Edward N. Zalta (ed.)
2. Schmitt’in Faşist Felsefesinin Shingeki no Kyojin’deki Yansıması
2.1. Dost-Düşman ve “Ye veya Yenil”
Burada bahsedeceğim bağlantılar, Isayama zorunlu olarak Schmitt’ten esinlendi demek değil. Lakin ortak noktalar çok fazla. Bunun yanısıra, esin kaynağı Schmitt olmasa bile, serinin felsefesinin faşizan temellere sahip olduğunu değiştirmiyor.
İlk ve en temel benzerlik, Schmitt’in dost-düşman bazlı dünya görüşü ve serinin “Ye veya yenil,” dünya görüşü arasında oluyor. Seride, dünyada sadece iki seçenek olduğu anlatılıyor. Ya karşı tarafı yiyeceksin ya da yenileceksin. İkisinin arası yok. Bu sebeple, ya birisi senin tarafındadır (dosttur) ya da karşı taraftadır (düşmandır). Kesin bir sınır çiziliyor.
Bununla alakalı bir şekilde, titanları ilk gördüğümüz andan itibaren, iletişim kurulamaz, garip, anlaşılamaz bir düşmanı temsil ediyorlar. “Düşman” denilen şeyin garipliği, ötekiliği ve anlaşılamazlığı, Schmitt’in düşüncesinde de yer etmiştir.
“Bir dahaki sefer bizim olacak. Bir dahaki sefer, insanlar, titanları yiyecek!!”
Doğanın içerdiği şiddettin anlatıldığı sahne, “Ye veya yenil,” mantığının nasıl kurulduğunu gösteren bir an olmasıyla öne çıkıyor.
“Bu sahneyi daha önce görmüştüm… tekrar ve tekrar.”
“Doğru, bu dünya…”
“… acımasız.”
Buradaki sahnede, şiddetin ve başkalarını yemenin doğal bir şey olduğu, bunun acımasız ama inkar edilemez bir şey olduğu algısı oluşturuluyor. Aşağıdaki sahne, dünyanın bu acımasızlığının nasıl savaş için ideolojik temel oluşturduğunu gösteriyor. Arkadaşları olan ama bir hain olduğunu öğrendikleri Annie’ye karşı savaşabilmeleri, ideolojik olarak, böyle haklı çıkarılıyor.
Eren: Siz ikiniz nasıl savaşabiliyorsunuz?
Mikasa: Başka ne yapabiliriz? Dünya acımasız bir yer.
İnsanları ele aldığımızda, onun da bu “doğal” acımasızlıktan payını aldığını görüyoruz. Serideki insanlığın tarihine baktığımızda, sürekli bir karşılıklı şiddet döngüsünün her şeyi kapsadığı görülüyor. Ymir zamanında kabileler birbirini yiyor. Eldia İmparatorluğu döneminde, imparatorluk dünyayı yiyor. Daha sonra Marley dünyayı yiyor. En son olarak, Paradis ve Dünya “Ye veya yenil,” durumuyla karşı karşıya kalıyor.
Eren’in ve Paradis’in içine sürüklendiği durumda, önlerinde iki seçenek kalıyor. Ya dünyaya soykırım yapılacak ya da Paradis yok edilecek. Bunu Eren ve Zeke ikilisinde de görüyoruz. Ya yok olmayı kabulleneceksiniz (Zeke) ya da düşmanlarınızın hepsini yok edeceksiniz (Eren), deniyor. Aksi bir seçeneğin varlığı reddedilerek, bir kez daha, “Ye veya yenil,” düşüncesi savunulmuş oluyor. İşin daha bile ötesinde, serinin sonunda, insanlığın %80’ini yok etmiş olmanın bile Paradis’i kurtaramadığını görüyoruz. Kalan %20 silahlanıyor ve Paradis’e saldırıyor. Bu yüzden, pek çok kişi, hikayenin sonunda soykırımın haklı çıkarıldığı fikrine vardı. Sonuçta, eğer Eren, Paradis’tekiler dışındaki herkesi yok etmiş olsaydı, Paradis saldırıya uğramayacaktı.
“Kazanırsak, yaşarız. Kaybedersek, ölürüz. Savaşmazsan, kazanamayız. Savaş. Savaş.”
“Bu savaş Eldia ya da dünya kaybolana kadar bitmeyecek. Eren böyle söylemişti ve haklı olabilir.”
Böylelikle, dost-düşman ayrımının, hikayenin başından sonuna, her yere işlediğini görmüş oluyoruz. Ancak bu, gayet Schmitt’çi bir şekilde, karşı tarafın illa ahlaken kötü olduğu anlamına gelmiyor. Tam tersine, hikaye içinde bize defalarca, karşı tarafın da insan olduğu gösteriliyor.
Eren: Reiner, ben seninle aynıyım. Elbette, beni sinirlendiren kişiler vardı ama iyi kişiler de vardı. Denizin ötesinde, surların içinde, hepimiz aynıyız.
Ancak her şeye rağmen, eninde sonunda onlar “düşman” olduğu için, yok edilmeleri gerekiyor. Böylelikle, seride bir tür “empatik” faşizm savunulmuş oluyor (empatik kelimesini ironik kullanıyorum). “Size üzülüyorum ama sizi soykırıyorum çünkü düşmansınız,” deniliyor.
“Özür dilerim… Özür dilerim…”
“Özür… dilerim…”
Serinin sonunda, Armin ve diğerleri başarısız oluyor ve şiddet döngüsü devam ediyor. Bu rastgele veya kısa zamanlı bir savaş da değil, doğanın şehirleri tekrar ele geçirebileceği kadar uzun süren bir savaş oluyor.
Yukarıda sırtında silah taşıyan çocuktan anladığımız üzere, savaş çok uzun yıllar sonra bile devam ediyor. Yani geçici bir gerilemeden öte, doğal duruma tekrar bir dönüş var. Böylelikle, her şeyin bir dost-düşman ayrımı üstüne kurulu olmak zorunda olmadığı bir dünyanın mümkünatı reddediliyor. Schmitt’in faşist felsefesiyle uyumlu bir rota izleniyor.
2.2. Totaliterlik ve Sıradışı Zamanlar
İşin diğer yanında, serinin içerisinde totaliter tutum da destekleniyor. Eren’in sahip olduğu totaliter konum, Paradis’in tek umudu olarak sunuluyor. Aynı zamanda, Eren ve Yeageristler, sıradışı zamanlarda gerekeni yapan totaliter devleti oluşturuyor. Yeageristler kimi noktalarda eleştirel bir şekilde ele alınmış olsa da, serinin temelindeki dost-düşman ayrımı sebebiyle, Floch ve diğerlerinin mantığı haklı çıkmış oluyor. Hatta bu noktadaki hataları, soykırım yapmak değil, yeterince kuvvetli olmayan bir soykırım yapmak oluyor.
Totaliter tutumu destekleyen diğer bir nokta, Armin’in “dünyayı değiştirebilmekten” bahsettiği sahne oluyor.
Armin: Pek de uzun bir hayat yaşamadım fakat emin olduğum tek bir şey var. Bir şeyleri değiştirme kabiliyetine sahip insanlar…”
Armin: … kendilerine değerli olan her şeyi bir kenara atabilenlerdir. Canavarlarla yüzleşmek zorunda kaldıklarında, insaniyetlerini bile geride bırakabilirler. Hiçbir şeyi bir kenara atamayan bir kişi, asla hiçbir şeyi değiştiremeyecektir.
Elbette, savaş zamanındaki bir komutanın askerlerini gerektiğinde feda etmesi gerekmektedir. Lakin buradaki sahnede, insanın kendisi için değerli şeyleri bir kenara atamaması, başka bir deyişle insanları, arkadaşlarını feda edememesi, başkalarını öldürememesi halinde, değişiklik yapamayacağı söyleniyor. Yani şiddet yolu bir yol olarak sunulmaktan öte, tek yol olarak sunuluyor.
Armin’in yukarıda söyledikleri Paradis’in içinde bulunduğu sert koşullara ve siyasi atmosfere bağlanabilir. Yani her durumda geçerli olmaktan öte, Armin’in içinde bulunduğu koşulların ürünü olmasına bağlanabilir. Ancak dünyanın geneline baktığımızda, bununla çelişen hiçbir durum görünmüyor. Örneğin, Willy Tybur, Eren’e karşı ülkeleri birleştirebilmek için, kendisini, ailesini, askerleri ve Liberio’daki sivilleri feda ediyor.
2.3. Savaş ve Diyaloğun Başarısızlığı
Serinin sonunda Paradis’in yıkılması ve titan döngüsünün tekrar başlamasından, ebedi savaşın devam ettiğini anlıyoruz. Schmitt’in felsefesinde de kalıcı veya yaygın bir barış olasılığı reddildiği için, bir kez daha, onun felsefesinin izlendiğini görüyoruz. Bununla alakalı olarak, Armin’in diyalog bazlı yaklaşımının, liberal demokrasileri ve onların içerdiği tartışmayı temsil ettiği söylenebilir. Ancak, daha önce denildiği gibi, bu yol başarısız oluyor. Yapılan onca fedakarlığa ve Armin ile diğerlerinin sahip olduğu ayrıcalıklı, özel konuma rağmen, sadece geçici bir barış mümkün oluyor. Armin ve diğerleri öldükten sonra, savaşlar tekrar başlıyor. Bu şekilde, Schmitt’çi bir şekilde, liberal demokrasilerin sahip olduğu diyalogçu yaklaşım reddedilmiş oluyor. Yine, Nazi Schmitt ve Shingeki no Kyojin arasında bir ortaklık görüyoruz.
3. Japon Milliyetçiliği
Serinin diğer bir ilgi çekici yanı, Japonya ve Paradis arasındaki benzerliklerdir.
- Japonya da, Paradis de, dünyanın geri kalanından izole olmuş bir adada bulunuyor.
- Paradis’deki Eldialılar, Kral Fritz’in “savaştan feragat yemini” sebebiyle savaşa giremiyorlardı. Benzer şekilde, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, müttefiklerin oluşturduğu Japonya anayasasının 9. maddesi, Japonya’nın savaşa girmesini yasaklıyor. Maddenin ilk kısmı şöyle: “Adalet ve düzen üstüne kurulu uluslararası bir barışı samimi şekilde isteyerek, Japon halkı sonsuza dek, ulusun egemen hakkı olarak savaştan ve tehdit veya şiddet kullanımı yoluyla uluslararası anlaşmazlıkların çözülmesi hakkından feragat ediyor.”
- Eldialılar da, Japonya halkı da, kendilerini şanlı bir geçmişe sahip bir halk olarak görüyorlar. Bununla bağlantılı olarak, iki gruptan da pek çok kişi, atalarının işlemiş olduğu savaş suçlarını reddediyorlar. Örneğin, Japonya’da hala, 300.000 Çinlinin Japonya ordusu tarafından katledildiği (8) ve pek çok kişinin tecavüze uğradığı Nanjing Katliamı’nı veya diğer adıyla Nanjing’in Tecavüzü’nü inkar etme var. Başka bir örnek olarak, 50.000 ile 200.000 arası kadın, Kore, Çin, Filipinler gibi işgal edilmiş bölgelerde Japonlar tarafından seks kölesi olarak kullanılarak düzenli tecavüze uğramıştı (9). Bu savaş suçu hala inkar ediliyor (10). 2013’te Japonya’nın başbakanı olan Shinzo Abe, İkinci Dünya Savaşı’ndaki savaş suçlularının mezarını ziyaret etmiş (11) ve bu olay uluslararası bir kriz yaratmıştı. Örnekler çoğaltılabilir. Bunlarla benzer şekilde, Eldia milliyetçileri, atalarının işlediği savaş suçlarını reddediyorlar.
Yukarıdaki maddeler içinden en ilgi çekici benzerlik, Japonya anayasasının 9. maddesi ve Kral Fritz’in yeminidir. Fritz’in yemininin eleştirel bir açıdan sunulması, Japonya’daki milliyetçi bir görüşle benzerlik teşkil ediyor. Bu milliyetçi yoruma göre (12, 13), Japonya bu maddeden kurtulmalı ve militarizm oluşturmalıdır.
Burada bahsedilen benzerlikler, bunların hiç eleştirilmediği anlamına gelmiyor. Örneğin, Eldialıların geçmişlerindeki suçları reddetmeleri eleştirel bir ışıkta sunuluyor. Ancak her şeye rağmen, dost-düşman ayrımı her şeyi domine ediyor ve Paradisliler ile diğer herkes karşı karşıya geliyor. Dost-düşman ayrımı, Schmitt’in dediği gibi, her şeyin temelini oluşturuyor.
4. Yazar Profili
4.1. Emperyalist ile Faşist Esinlenmeler ve Skandallar
Yukarıdaki benzerlikler, kendi başlarına bile, Isayama’nın faşist olmasa bile faşizme sempatik bakan değerlere sahip bir eser yazdığına dair güçlü kanıtlar oluşturuyor. Ancak bilinmesi gereken kimi başka şeyler var.
Bunların başında, Pixis’in bir Emperyalist Japonya generali olan Akiyama Yoshifuru’dan esinlenmiş olması var (14). Japonya’nın emperyalist amaçları doğrultusunda Kore’yi işgal etmesinde önemli bir rol oynamış bu generalin esin kaynağı olduğu, Isayama tarafından doğrulandı. Hatta kendisinden “saygın” bir isim olarak bahsetti (15).
İkinci olarak, Mikasa’nın isminin yine Emperyalist Japonya dönemindeki bir savaş gemisinden geldiği, resmi rehber kitapçığında doğrulandı (16).
Üçüncü olarak, Erwin Smith karakteri ve Nazi general Erwin Rommel arasında oldukça fazla benzerlik var. Örneğin, ikisinin de babası öğretmendi. İkisi de manevra kabiyetini iyi kullanan oldukça başarılı taktisyenlerdi. İkisi de kendi ordularının liderlerine meydan okudu (Rommel’in durumunda iddia edilene göre). Aynı zamanda, Erwin Smith’in fiziksel görünüşü, stereotipik bir Alman’a benziyor. İsimlerinden bahsetmeye gerek bile yok.
Dördüncü olarak, Isayama’nın karışmış olduğu düşünülen bir Twitter skandalı var. Bu skandalda, Isayama’nın özel hesabı olduğu düşünülen bir hesap, Japonya’nın Kore’de işlediği savaş suçlarının küçük göstermeye çalışan şeyler söylüyor. Detaylarını bu yazımda bulabilirsiniz.
Bütün bunlar, hikayeye ve Isayama’nın hikayeyi yazarkenki amacına daha da çok gölge düşürüyor.
4.2. Yazar ve Bir Okuma
Bu kısımda, Isayama böyle bir hikayeyi neden yazmış, neden faşist esinlenmelerde sıkıntı görmemiş, neden seriye Japon milliyetçiliği yansıtmış, neden faşist bir filozofun felsefini takip etmiş olabilir, bunlardan bahsedeceğim.
Öncelikle, Japonya’nın geçmişiyle yüzleşme sorunu olduğunu söyleyerek başlamak gerekiyor. Japonya, kendisinin İkinci Dünya Savaşı’ndaki rolünü tamamen kurban olarak sunuyor. Atom bombalarının ve sivil ölümlerine yol açan diğer saldırıların gerçekten korkunç oldukları su götürmez. Ancak Japonya o dönemde ve öncesinde emperyalist, hatta faşist bir politika güdüyordu. Örneğin, yazının önceki kısmında verilen örneklerin yanısıra, Japonya, Unit 731 denilen bir birimle binlerce kişi üstünde vahşi ve ölümcül insan deneyleri yapmıştır (17), daha önce bahsettiğim seks kölelerinin yanısıra fiziksel köleler de çalıştırmış ve ölümlerine yol açmıştır (18), Korelileri isimlerini Japoncaya çevirmeye zorlaması, Koreli kültürünü yok etmeye çalışmasına bir örnektir (19). Bütün bunlar ve daha fazlası, Japonya’nın sorunlu bir geçmişi olduğunu fakat bunu inkar ettiğini gösteriyor. Yani, emperyalist ve faşist geçmişle yüzleşmeme, bu yüzden onların sorunlarını tam olarak anlamama var. Isayama bundan etkilenmiş gibi görünüyor.
Bununla alakalı olarak, Japonya’da siyasi açıdan sıkışmış bir kesim de bulunuyor. Paradis’in Japonya’yla benzerliklerine baktığımızda, savaşma hakkı elinden alınmış iki toplum olduğunu görüyoruz. Isayama, savaşma hakkının ellerinden alınmış olmasına içerlemiş gibi duruyor.
İşin diğer yanında, şu röportaja (20) başvurmak yararlı olacaktır.
Röportajcı: Filmlerden ağır olarak esinlendiniz mi?
Isayama: Şöyle bir şey. In This Corner of the World filmi İkinci Dünya Savaşı dönemi Japonya’sında geçiyor, her şeyi o dönemde yaşamış insanların gözünden gösterek “savaşın ne olduğunu” gösteriyor. Hikaye muharebe başlamadan önce başlıyor fakat bir noktada, geçinme yolu savaş alanına zıt olan baş karakter bile, “Savaş!” çağrısını duyan birisi haline geldi. Ve ardından, böyle bir gelişme tarafından mağlup edildi. Film açıkça “Savaş kötü bir şey midir?” sorusunu cevaplamıyor – ve bunun oldukça yenilikçi/yaratıcı bir şey olduğunu düşünüyorum. Örneğin, “ayrımcılık kötüdür,” fikrini ifade etmek için, öncelikle var olan önyargıları gösteriyor, ardından bu zihniyetin benimsenmesine geçiyor, ve ardından karşıt görüşü inceliyor – bu izleyiciye “Vay be!” dedirtiyor ve hepsinin mantığını anlamasını sağlıyor. Ben de bu hikaye anlatma yöntemini kullanarak, okuyucuların karakterlerin acı çekmesine sempati göstermesini umuyorum.
…
İşin sonunda, serinin neyin “iyi” neyin “kötü” olduğu konusunda bir yargıya vardığını düşünmüyorum. Örneğin, Furuya Minoru’nun “Himeanole” hikayesini okuduğumda, sosyal normlar altında, toplumun hikayedeki seri katili affedilemez olarak göreceğini biliyordum. Ancak hayatını ve arka planını göz önüne alınca hala merak ettim, “Bu onun doğası idiyse, suçlayacak kişi kim?” Hatta şunu bile merak ettim: “Bir katil olarak doğmamam sadece bir tesadüf mü?
Bir noktada, Isayama, savaşın kötü bir şey olduğunu açık açık göstermek yerine, işin diğer tarafını, yani insanların neden savaştığını, göstermeye çalışmış gibi duruyor. Başka bir deyişle, insanların neden savaştığını veya faşist bir mentaliteyi çekici bulabileceğini göstermeye çalışmış. Ancak serinin felsefi temelinin de faşist bir ideolojiyle uyuşması ve seri sonunda bunun eleştirilmemesi, bir çıkış yolunun gösterilmemesi, hatta belki de onun onaylanması durumuyla karşı karşıyayız. Bu noktada, ben, acaba Isayama faşizmi ve savaşı fazla mı çekici buldu diye düşünmeden edemiyorum. Bununla alakalı olarak, başka bir röportaja (21) bakıyoruz.
“O zamanki fikrimi aktarmak için, Kara Şövalye hakkında, film eleştirmeni Tomohiro Machiyama’nın teorisine değinmeliyim. Machiyama-san’a göre, Kara Şövalye, Milton’ın Kayıp Cennet epik şiirini temel alıyor. Eğer cennette yaşayabilirsen, mutlu bir şekilde yaşayabilirsin; ancak, işin sonunda, bu Tanrı’nın kölesi haline gelmekle eşdeğer değil mi? Örneğin, cennetten kovulmuş olsaydın ve cehenneme atılmış olsaydın bile, özgürlüğü seçmelisin. Bu “Kayıp Cennet”in teması. Onlara Şeytan denmişti. Kayıp Cennet, Tanrı ve Şeytan arasındaki büyük boyutlu bir savaşı konu alıyor.
Shingeki no Kyojin’de, surun dışına çıkmayı seçen kişiler, Cehennem’in özgürlüğünü seçen kişiler. Rehaflarını dizginsiz özgürlük için bir kenara atmayı seçmişler. Ve onların düşmanları, titanlar, özellikle Colossal Titan, Cennet’ten kölelere efendilik yapıyor. Colossal Titan’ın Tanrı gibi görünmesi gerektiğini hissetmiş olmamın sebebi, bunun hikayenin temeliyle alakalı önemli bir fikir olması. Şimdi bile, Shingeki no Kyojin için, en önemli fikirlerden birisi olarak varlığını sürdürüyor.“
Bu açıdan bakınca, Japonları temsil eden Paradisliler, dünyayı temsil eden titanlar tarafından bastırılmış, özgürlükleri ellerinden alınmış. Ancak her şeye rağmen, bu bastırılmışlığı atıp, savaşın içine atılmak anlamına gelse bile özgürlüğün peşinde koşmayı, Isayama takdire şayan bir şey olarak görüyor. Bunu destekler şekilde, Isayama, Shingeki no Kyojin’in kapsayıcı temasının, güçlü bastırmaları aşmak ve zincirlerden kurtulmak olduğunu söylemişti (22). Bir noktada, savaş ve özgürlük aynı anlama geliyor. Bununla uyumlu şekilde, Schmitt de, savaşı hayat dolu bir şey olarak görüyordu.
Bununla alakalı olarak, Isayama başka bir röportajında güçlülere bayıldığını söylemişti (23). Acaba savaşanları ve hatta faşistleri, sınırlamalara meydan okuyan bir güç olarak mı gördü? İnsan bunu merak ediyor.
5. Felsefi Eleştiriler
Bu kısımda, yazıda bahsedilen felsefenin neden yanlış olduğuna dair kimi sebepler öne süreceğim. Bunlar beni aklıma gelenler ve başka açılardan düşünün kişiler, başka sebepler de bulabilir.
İlk olarak, insan türü, Shingeki no Kyojin’de gösterildiği gibi sürekli ve değiştirilemez bir savaş hali içinde değildir.
Devletin ortaya çıkışından önceki toplumsal yapılara baktığımızda, insanın insanı katli sonucu olan ölümlerin %15 olduğunu görüyoruz. Ancak Leviathan-devlet dediğimiz, şiddeti tekelinde toplayan yapının ortaya çıkışıyla beraber, bu oran %1-5’e düşüyor (24, 25, 26, 27). Yani devletin ortaya çıkışı, insanların birbirlerini öldürme oranını düşürmüş.
İşin diğer bir yanında, Batı Avrupa’daki cinayet oranlarına baktığımızda, son yüzyıllarda düştüğünü görüyoruz (28).
Biz, buradan bilimsel değil fakat felsefi sonuçlar çıkartabiliriz. İnsanlık bir şiddet içeriyor fakat sosyal koşulların değiştirilmesi, başka bir deyişle sistemin değiştirilmesi, bunu etkiliyor. Örneğin, devletin ortaya çıkışıyla beraber öldürme oranının 3 ile 15 kat arası düşmesi bunu gösteriyor. Oysa Shingeki no Kyojin’e veya Schmitt’e baktığımızda, insanların kavgası hiç bitmeyecekmiş, sürekli olarak inanılmaz boyutlarda bir katliam olacakmış izlenimi alıyoruz. Shingeki no Kyojin, koşullar ne olursa olsun, insanların sürekli olarak büyük bir şiddet göstereceğini ima ediyor. Tarihsel olarak baktığımızda, bunun yanlış olduğunu görebiliyoruz. Evet, şiddeti tamamen yok edemeyiz fakat oranını önemli derecede düşürebiliyoruz. Bu konudaki diğer bir bulgu, İkinci Dünya Savaşı sonrasında büyük devletlerin birbirleriyle doğrudan savaşmayı bırakması nedeniyle, savaş sebepli ölümlerin oldukça düşmesidir (29). Aynı zamanda, küçük devletlerin savaş sayısı da İkinci Dünya savaşından beri düşmüştür (30). 1950lerde savaş sebepli ölümler milyon başı 240 iken, 2000lerde bu oran milyon başı 10’un altına düşmüştür (31). Bunun sebebi hakkında farklı açıklamalar öne sürülmüştür: Nükleer silahların caydırıcı etkisi, küreselleşme ve uluslararası ticaretin gelişmesi, dünyadaki demokrasi sayısında artış, Dünya Bankası’nın yoksulluğu azaltma çabası, kadınların güçlenmesi ve Birleşmiş Milletler Barışı Koruma Kuvvetleri’nin etkisi (32).
Bütün bunlara rağmen “İnsan sürekli olarak değişmez bir şekilde savaşır ve bunu değiştiremezsiniz,” demek, kanıtlanabilir bir şekilde ve inanılmaz derecede yanlıştır. Böyle bir iddia gerçekliği yansıtmıyor.
İkinci olarak, diyaloğun işe yaramadığı iddiasının yanlış olduğuna dair bulgular bulunmaktadır.
Demokratik ülkeler birbiriyle savaşmaya daha az meyillidir (33). Aynı zamanda, dünyadaki demokrasilerin sayısı artıyor (34).
Doğal olarak, demokrasiler altında yaşayan insan sayısı hem mutlak olarak hem de göreli olarak artmıştır (35).
Demokratik barış teorisine göre, demokratik ülkeler, demokrasi sebebiyle savaşmaktan kaçınmaktadırlar (36). Bunlarla sınırlı olmasalar da, bunun sebepleri arasında, diğer ülkeleri zorunlu olarak düşman olarak görmeme, savaşı haklı çıkarma zorunluluğu, uluslararası anlaşmazlıkları diplomasi (yani diyalog) yoluyla çözmeye çalışmak vardır (37). Demokratik barış teorisinin doğru olup olmadığı bilinmez. Bir korelasyon da olabilir, gerçekten bir nedensellik de olabilir (37). Ancak kesin olan, savaşların gittikçe azalmış olduğu, demokrasilerin -sebebi ne olursa olsun- birbirleriyle daha az savaştığı ve sayılarının arttığıdır.
Üçüncü olarak, siyasete sadece dost-düşman gibi kısıtlı bir bakış açısından bakmak, dünyanın siyah-beyaz bir şekilde görülmesine yol açacaktır. Böyle bir dünya bakışı, karşılıklı diyalog yerine, dünyanın daimi bir savaş olarak görüldüğü paranoyak bir korkuya yol açacaktır. Evet, siyasette dost ve düşman gibi kavramlar da bulunmaktadır ama her şeyi bunların üstüne kurmak ve alternatif yaklaşımlara yer vermemek, bu tarz bir çarpıklığa yol açacaktır. Bu çarpıklık, eninde sonunda, zararlıdır.
Örneğin, dünyaya daimi bir savaş olarak bakmış ülkelere baktığımızda, bunların hem kendilerine hem de dünyaya zarar verdiğini görüyoruz. Nazi Almanyası, Faşist İtalya, Emperyalist Japonya bunların kimi örnekleridir. Yani, bu tarz bir felsefe, kendini gerçekleştiren kehanete dönüşebilmektedir.
İşin diğer yanında, faşizm üstüne çalışmalar yapmış Jason Stanley’ye göre, faşizmin karakteristiklerinden birisi “yasanın ve düzenin, suçluları cezalandırmak için değil, ırksal, etnik, dini veya cinsel azınlıklar gibi ‘dış grupları’ yasadışılaştırmak için kullanılmasıdır” (38). Bu dost-düşman bakış açısının götürdüğü yer bu oluyor. Sonuçta ulusun düşmanlardan (ötekilerden) “arındırılması” gerektiğini savunmaya yol açıyor. Bu da beni diğer maddeye getiriyor.
Dördüncü olarak, ne Schmitt ne de Isayama, felsefi iddialarında yeterince dürüst değildir. Dünyanın dost-düşman veya ye-yenil gibi iki seçenek üstüne kurulu olduğunu söyleyip, ardından “Karşı taraf zorunlu olarak kötü değildir,” veya “Onlara acıyabilirsiniz,” demek, kendi düşüncesinin varacağı sonucu reddetmektir. Bu düşünce eninde sonunda, ayrımcı, savaşçıl ve ihtimalle faşizan veya faşist bir dünya görüşüne varacaktır. Schmitt açısından, bu, Nazilere katılmasına ve böylelikle tarihteki en kötü hareketlerden birinde yer almasına yol açmıştır. Aynı zamanda, kendi felsefesini Nazi rejimini desteklemek için kullanmıştır. Isayama açısından, bunu kastetse de kastetmese de, faşist felsefeyi öven ve soykırımı haklı çıkaran bir eser yazmasına yol açmıştır.
Beşinci olarak, liberal demokrasiler, kriz anlarında sanıldığı gibi bomboş yakalanmak zorunda değildir. Kriz anlarında geçici olarak belli haklar askıya alınabilir (6). Bunun için, İkinci Dünya Savaşı’ndaki müttefik ülkelere bakmak yeterli olacaktır.
Bağlayacak olursam, “Savaşlar asla olmayacak, azalarak bitecekler,” gibi bir şey demiyorum çünkü böyle bir iddia için yeterli veri yok. Kim bilir, belki kimi krizler ileride tekrar büyük savaşlar yaratabilir. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki göreli barışın kalıcı olup olmadığını görmek için henüz yeterli zaman geçmediğini söyleyen matematiksel çalışmalar var (39, 40). Peki bunu demiyorsam, o zaman ne diyorum? Demek istediğim şu: elimizdeki bilgiler, koşullara ve sistemsel değişimlere bağlı olarak şiddetin düştüğünü ve savaşların azaldığını göstermektedir. Yani “hep aşırı şiddetli, daimi savaş durumu” hipotezi yanlıştır. İnsanlık koşullara göre değişebilmektedir ve değişmektedir. Bu yüzden, Shingeki no Kyojin’in değişmez ve sürekli şiddetli insanlık gösterimi yanlıştır. Aynı zamanda, bu siyah-beyaz felsefe, kendisini gerçekleştiren bir kehanete dönüşebilmektedir ve zararlıdır. Bunun faşist ekstrem bir savaşçı ideoloji noktalarına gideceğini reddetmek, bu felsefenin varacağı sonuçları inkar etmektir. İnsana bütün tarihin değişmez ve yüksek derecede bir şiddetten oluştuğu ve bunun düzeltilemeyeceği söylenince, doğal olarak kişi daha çaresiz, saldırgan ve savaşçıl bir hale bürünmektedir (oysa elimizdeki veriler, savaşın koşullara bağlı olarak gerçekleştiğini ve koşulların değiştirilebildiğini göstermektedir). Bu açıdan, Shingeki no Kyojin, anime ve manga tarihindeki belki de en zararlı işlerden birisi olabilecekken, kötü bir şekilde bağladığı için, bu mesajı yoğunlukla reddedilmiştir. Bu yüzden, Shingeki no Kyojin’in sonunda başarısız olması büyük bir şanstır.
Peki Schmitt ve Isayama en temel olarak nerede hata yapmıştır? Burada, benim fikrime göre, en temel yanlış insanlığa bakış açılarındadır. Schmitt’e göre, insan, doğası gereği kötü ve ahlaksız bir canlıdır. Ancak güçlü bir devlet tarafından zapt edilebilmektedir (5, 41). Devletin şiddetin tekelini eline almasının şiddet oranını düşürdüğü ve devletin önemli olduğu doğru olsa da, Schmitt’inki gibi bir görüş, insanın barışçıllık potansiyelini reddetmekte, savaşçıl yanına aşırı vurgu yapmaktadır. İnsanı bastırılması gereken ve her an patlamaya hazır bir garabet olarak görmenin sonucu, her yerde düşman görmektir. Her yerde düşman görüldüğünde, herkesin sizi öldürmek istediğini düşünürsünüz ve böyle bir dünyada, sadece iki seçenek vardır: öldüreceksin veya öleceksin. Hem Schmitt hem de Isayama (veya en azından SnK) bu hataya düşmektedir. İnsanın şiddetli yanını aşırı vurgulayarak, kendilerini körleştirmiştirler. Tek yönlü bir insanlık algısına sahiptirler. Bu yüzden, diyalog, ticaret, işbirliği ve diğer yolların varlığını ve önemini görememiştirler (ve bu yüzden Schmitt’in liberal demokrasilerin çökeceği kehaneti gerçekleşmemiştir, hatta bu demokrasilerin sayısı artmıştır). Bana göre, ikisinin de sahip olduğu temel hata budur. Geri kalan bütün yanlışlar ve zararlı görüşler, bu zemin üstünde yükselmektedir. Bu da, bir kez daha, insanın dünyaya ve insanlığa dair algısının ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Düzgün bir algıya sahip olmak için de, doğru tarih, antropoloji, sosyoloji, psikoloji vs. bilgisi ve felsefi yorumlama kabiliyeti gerekmektedir.
6. Son
Bu yazıda sunduğum bakış açısı, Shingeki no Kyojin’e yaklaşmak için kullanılabilecek tek bakış açısı değildir. Örneğin, serinin sonunu açıklamaya teşebbüs eden diğer bir yaklaşım, seriyi bir nihilist eser olarak ele almaktır. Lakin onun da kendi eksileri var. Öte yandan, Schmitt’çi bakış açısı, serideki pek çok temayı ve sonunu daha kapsamlı bir şekilde açıklayabilmektedir. Isayama’nın doğrulanmış veya doğrulanmamış diğer esin kaynakları düşünülürse, Schmitt’in felsefesinden etkilenmiş olması imkan dahilindedir. Lakin yazının başında denildiği gibi, Schmitt’ten esinlenmemiş olsa bile, serinin içerdiği temalar onun felsefesiyle uyumludur. Kazara veya bilerek, Nazi bir filozofun felsefesi, Shingeki no Kyojin’i açıklayabilmektedir.
Burada değinilmesi gereken önemli bir nokta, Paradis dışındaki herkes yok edilmiş olsa, Paradis’e ne olacağıdır. Titan döngüsünün devam etmesi, Paradis’i yine aynı savaş durumuna sokabilirdi. Böyle bir şekilde yorumlanırsa, serinin içerdiği faşist yan daha hafifliyor çünkü soykırım haklı çıkarılmış olmuyor. Lakin bu durumda, nihilist son akla daha yatkın hale geliyor. Öte yandan, eğer %100’ü yok etmek Paradis’in şiddet döngüsüne tekrar dönmesini önleyecekse, o zaman seri doğrudan faşist bir mesaj vermiş oluyor. Pek çok hayranın sonu yorumlayış şekli böyledir.
İşin sonunda, eklenen sayfalar, seride gördüğümüz şiddet döngüsünü, içinden çıkılabilecek bir şeyden, kaçış imkanı olmayan daimi bir döngüye dönüştürüyor. Bu da, benim görüşüme göre, serinin ya faşist ya da nihilist bir mesajla bitmesine yol açıyor. Ancak iki şekilde de, her şeyin temelinde, siyah-beyaz bir dünya bakışı yatıyor. Bu, zorunlu olarak, Isayama bir faşisttir demek değil. Lakin faşizmle flört ettiğini düşünmek için farklı açılardan kanıtlar var. Çok bonkör yaklaşırsak, üçüncü bir seçenek olarak, belki de daha nüanslı bir şey yapmaya çalıştığı söylenebilir. Belki de Shingeki no Kyojin dünyasının bu kadar içinden çıkılamaz olmasının sebebi sadece titanların yarattığı sorunlar ve bunların, titanlar yok olduktan sonra bile devam etmesidir. Lakin bütün doğal düzenin temelinin şiddet olduğunun söylenilmesi ve titanlar öncesi dünyadan bile sadece şiddetli sahnelerin gösterilmesi, yani titan öncesi düzenin de sadece bir şiddet döngüsü halinde sunulması, bu yorumun altını oyuyor. Aynı zamanda, seride hiçbir zaman, ne titan öncesi dönemde, ne Eldia İmparatorluğu döneminde, ne Marley İmparatorluğu döneminde, ne Paradis-Marley çatışması döneminde, ne de soykırım sonrası dönemde, bir kez bile, bir pozitif barış, yani sadece savaşın yokluğu olan negatif barış değil, sistemsel olarak kalıcı bir barış, görmüyoruz.
Sözün özü, serinin birden fazla yorumu var fakat serinin faşizmle flörtleştiğine dair hem seri içinden hem de esinlenmelerden bolca kanıt var. Bu da onu, sorgulanması ve parçalara ayrılıp incelenmesi, tehlikelerinin ve yanlışlarının gösterilmesi gereken bir şey yapıyor.
Referanslar
- https://www.popmatters.com/hajime-isayama-attack-on-titan-2645472520.html/4
- https://www.cbr.com/attack-on-titan-criticism-of-fascism-racism/
- https://www.presticebdt.com/attack-on-titan-philosophy/#Attack_on_Titan_Explained_Philosophy
- https://www.cbr.com/attack-on-titan-manga-anime-fan-theories-propaganda-problematic/
- Schmitt, C. (2007). The Concept of the Political: Expanded Edition. University of Chicago Press.
- Neocleous, M. 1996. ‘Friend or Enemy? Reading Schmitt Politically’. Radical Philosophy.
- Vinx, Lars, “Carl Schmitt”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Fall 2019 Edition), Edward N. Zalta (ed.)
- https://www.amazon.com/Rape-Nanking-Forgotten-Holocaust-World/dp/0465068367
- https://web.archive.org/web/20070628152156/http://www.awf.or.jp/woman/pdf/ianhu_ei.pdf
- https://www.routledge.com/Denying-the-Comfort-Women-The-Japanese-States-Assault-on-Historical-Truth/Nishino-Kim-Onozawa/p/book/9780367349660
- https://www.bbc.com/news/world-asia-25517205
- https://theconversation.com/japans-government-has-politicised-a-generation-with-its-militarism-52561
- https://theconversation.com/japans-newfound-militarism-has-been-70-years-in-the-making-57920
- http://blog.livedoor.jp/isayamahazime/archives/3639547.html
- https://seldomusings.wordpress.com/2013/10/19/migiteorerno/
- http://papermoon2.tumblr.com/post/64352246201
- https://www.amazon.com/Dark-Medicine-Rationalizing-Unethical-Humanities/dp/0253220416
- https://www.cambridge.org/core/journals/international-review-of-social-history/article/labour-recruitment-of-local-inhabitants-as-romusha-in-japaneseoccupied-south-east-asia/4F5497C20D928D214D809915EDC9E015
- https://en.wikipedia.org/wiki/S%C5%8Dshi-kaimei
- https://fuku-shuu.tumblr.com/post/162652398937/snk-news-isayama-hajimes-bessatsu-shonen-august
- https://aotopmha.tumblr.com/post/142634071151
- https://www.snknews.com/post/173647456522/isayama-hajimes-nhk-interview-may-5th-2018
- https://web.archive.org/web/20131102233532/http://ajw.asahi.com/article/behind_news/people/AJ201307200007
- Keeley, L. (1996). War Before Civilization: The Myth of the Peaceful Savage. Oxford: Oxford University Press
- LeBlanc, S. and Katherine, R. (2003). Constant Battles: The Myth of the Peaceful Noble Savage. New York: St Martin’s.
- Gat, A. (2006). War in Human Civilization. Oxford: Oxford University Press.
- Pinker, S. (2011). The Better Angels of Our Nature: Why Violence Has Declined. New York: Viking
- https://slides.ourworldindata.org/war-and-violence/#/3
- Roser, M. (2016). “War and Peace”. Published online at OurWorldInData.org. Retrieved from: ‘https://ourworldindata.org/war-and-peace’ [Online Resource]
- Human Security Research Group, Simon Fraser University (2013). “Human Security Report 2013: The Decline in Global Violence”
- Freedman, L. (2014). Stephen Pinker and the long peace: alliance, deterrence and decline, Cold War History, 14:4, 657-672, DOI: 10.1080/14682745.2014.950243
- Fettweis, C. J. (2017). Unipolarity, hegemony, and the new peace. Security Studies, 26(3), 423-451. doi:10.1080/09636412.2017.1306394
- https://www.jstor.org/stable/25054099
- https://slides.ourworldindata.org/war-and-violence/#/11
- https://slides.ourworldindata.org/war-and-violence/#/13
- https://www.britannica.com/topic/democratic-peace
- https://www.researchgate.net/publication/242284578_Democratic_Peace_Theory_A_Review_and_Evaluation
- https://www.scoop.co.nz/stories/WO1810/S00138/the-psychology-of-fascism.htm
- https://www.fooledbyrandomness.com/pinker.pdf
- https://oefresearch.org/think-peace/evidence-decline-war
- https://plato.stanford.edu/entries/schmitt/
Çok faydalı ve kafa açan bir yazı olmuş. Elinize sağlık.
Açıkçası ben de serinin finalinde %100 Rumbling görmek isteyenlerdendim. Tabii bunun sebebi soykırımın haklılığını savunmam değil, hem Eren hem paradisliler için başka bir çıkar yol gör(e)mememdir. Benim gibi birçok kişinin de böyle düşünmesi tesadüf değil. İsayama kendisi hikayeyi oraya sürükledi ve öyle bir noktaya getirdi ki finalin tatmin ediciliği için neredeyse zorunlu hale geldi. Yani yazıda bahsettiğiniz faşist yaklaşım en sonunda soykırımı haklı çıkaran faşist bir sonda karar kıldı. Full rumbling görmek istediğimi belirtsem de bu seçimin doğurabileceği zararları görmezden gelemem. Bu açıdan düşünüldüğünde beceriksizliği herkes için faydalı olmuş gibi duruyor 😀 Her ne kadar
arkasında finalden memnun olmayan tonla öfkeli fan bırakmış olsa da, “becerikli” olduğu senaryoda verdiği mesajlar son derece tehlikeli.
Kişinin okuduğu eserlerdeki zararlı mesajlardan kendini muhafaza etmesi gerekiyor. Yoksa farkına bile varmadan bunları benimseyebilir. Hele Eren gibi, gençler arasında aşırı popüler bir karakter üzerinden aktarıldığı düşünülünce…
Kısaca full rumblingin hikayenin iyiliği açısından daha iyi olduğu konusunda şüphem olmasa da, okura ve sektöre olan etkisi konusunda ciddi şüphelerim var. Bu finalle olacağını sanmam ama snk ileride modern bir başyapıt olarak anılırsa elimizde bayağı faşist bir başyapıt var demektir.
Yorum için teşekkürler.
Açıkçası seri oldukça dolu geldi ve ilk sonda bağlanan nokta fena değildi ama zayıftı. Armin ile verilen “umut” bir noktada boş hissettiriyordu ve bir yazımda bundan bahsetmiştim. Cilt finaliyle sebebi anlaşıldı. Şu noktada SnK ne noktada nihilist ne noktada faşist her zaman ayırması kolay olmayabilir. İkisinin birbirinin zıttı olmasına da gerek yok, bir arada da olabilirler. Lakin bahsettiğim sebeplerle, her türlü senaryoda, faşizan bir temel oluyor. Çok nüanslı ve güzel bir hikaye yazılabilecekken, elimize böyle garip bir şey geçti. En azından, kendi açımdan, artık sebebini kafamda bir noktaya kadar oturtabiliyorum. Serinin başından beri sahip olduğu dinamikler sebebiyle böyleymiş.
Gençlerin etkilenmesi konusunda haklısınız. Tek tesellisi çoğu kişiyi sinirlendirmesi veya en azından tatmin etmemesi fakat diğer yandan, seri çok fazla kişiye ulaştı. Bunların %10’u bile bu temalardan etkilende oldukça yüksek bir sayıya tekabül ediyor. Bu yüzden bu yazıyı bir yerde boynumun borcu olarak görüyorum.
Yine güzel bir yazı. Yine tek solukta okudum. Eline sağlık.
Bu yazıyı okuyunca aklıma gelen ilk şey, BNHA’daki skandal oldu. 2. Dünya Savaşı’nda, bu kamplarda yapılan deneylerden sorumlu bir doktorun ismi, seride geçen bir doktora verilmişti sanırım. Kore’den ve Çin’den tepkiler almıştı hatta. Bence Japonların kendi milleti ve dışarıya olan bakış açısını değerlendirmeliyiz. Çoğu Japon’da bu tip ufak faşizanlıkların olduğunu düşünüyorum açıkçası. Bunu Isayama da dahil…
Belki de Isayama kendi zihnindeki bazı fantezileri serinin içine katmıştır. Yazdığın yazıyı okuduğumuzda “kesin olarak katmış” bile diyebiliriz. Ama bunu herhangi bir program veya plan dahilinde yapmış mıdır, orası biraz meçhul. İşin aslı ben; bu yazıları okudukça artık SnK’yi, Isayama’nın içinde barındırdığı duyguların dışavurumu olarak görmeye başladım. Bir ressamın duygularını aktararak yaptığı bir tablo misali. Bakan herkes bir şeyler anlar. Bazıları birbirinin düşüncelerinin tam tersine sahip olur. Benim gözümde de an itibariyle SnK öyledir.
Çeşit çeşit duyguların bir araya getirilmesiyle ortaya çıkmış bir eser. Kimi zaman faşist, kimi zaman nihilist. Belki Eren, Hitler’i temel alarak tasarlanmıştır? Kim bilebilir ki? Burada önemli olan, sizin de sürekli parmak bastığınız “ye veya yenil” durumu. Çok sağlıklı bir fikir, bir ideoloji değil. Bu açılardan eleştirilmesi gereken çok yer var. Size de katılıyorum. Umuyorum kimse bu seriden olumsuz fikirler edinmez. Gönlümüzde hep sağlam kurgulanıp iyi tasarlanmış bir seri olarak kalır.
Teşekkürler 🙂
“İşin aslı ben; bu yazıları okudukça artık SnK’yi, Isayama’nın içinde barındırdığı duyguların dışavurumu olarak görmeye başladım.”
Buna kesinlikle katılıyorum. Isayama’nın kendi dediği gibi, içindeki hüsranları yansıttığı bir seri olmuş. Ben hala faşist miydi, nihilist miydi, yoksa daha farklı bir şey yapmaya çalışıyordu ama aşırı başarısız mı oldu, tam bilemiyorum. Yoruma açık bir son.
Analizleriniz ve eleştirilerinizi çok severek okuyorum, felsefe gibi alanlarda zayıf biriyim ve seriyi daha dar bir açıdan görüyorum sanırım, sizin yazılarınız sayesinde olaylar daha anlaşılır hâle geliyor. Seriyi çok severek okuyordum, final için çok heyecanlıydım vs fakat bu sonuçları okudukça üzülmeye ve az da olsa soğumaya başladım. Gerek karakterler gerek kurulmuş olan dünya klasik shounenlerden çok farklı, detaylı ve üst düzeydi bu yüzden gözümde oldukça yükseklerdeydi. Tüm bu karakterler ve dünya kullanılarak orijinal, daha sağlıklı ve sağlam mesajlar verilen bir seri yazılabilirdi. Çoğu şey boşa harcanmış gibi hissediyorum…Artık geldi geçti bir şekilde, keşke daha iyisi olsaydı.
Umarım başka anime/mangalar hakkında da yazmaya devam edersiniz.
Çok teşekkürler 🙂
Açıkçası benim için de sürpriz oldu. Cilt finali sayfaları eklenene kadar kendimce bazı eleştirilerim vardı ama biraz klasik bir sona bağlansa da, genel olarak tatmin edici olduğunu düşünüyordum. Sonradan eklenen sayfalar çok fazla şeyi değiştirdi ve serinin ne anlattığını anlamak iyice garip bir hal aldı. Bu yazıdaki yorumum tek ele alış biçimi demiyorum, farklı açılardan da yorumlanabilir. Hangisi daha doğru belki zaman gösterir.
Snk okumak kurtuluş mu, kurtuluş mu?
Düşündün mü bu yolun sonu özgürlük mü faşistlik mi?
Varacağın en son nokta doğru mu yanlış mı?
Nereye sayın manga okuyucusu?
Isayama’dan hayır umma, silahsız bir faşiste benzer.
Yazacağın analiz yazısı söylesene neye yeter
Bak duruyor shounenler, el ediyor mangakalar
Nereye sayın manga okuyucusu?
Hain midir, vaiz midir?
Faşist midir, nihilist midir?
Söylesene ne etmiştir,
Bu adam gaip midir?
Etti bir eylem, saldı çayıra,
Sıçtı içini güzelim mangaya.
Yar sandık cucklandık,
Şerefsiz Isayama.
Ellerinize sağlık 😀
Teşekkürler 🙂
Ben bitirdiğimde insanlığın tamamını yok etmesini savunmuştum böyle olsa daha iyi olacağını düşündüm ve o şartlar için en iyisi gibi görünüyordu. Bu yazı sayesinde gereksiz olarak gördüğüm öfkemin sebebini buldum sadece 2 seçeneğe zorlanmak, tarafları siyah beyaz olarak resmedilmesi ve bir fikire zorlanmakmış. Bu yazı sayesinde saydığım eksik parçaları ve bir kaç detayı daha buldum. Ve çok iyi yazı olmuş eline sağlık.
Teşekkürler. Aslında bu iki seçeneğe zorlanma olayı ve diğer her şey belli bir tarihi bağlam içerisinde verilse ama bunların dışında çıkış yolu da olduğu gösterilse bu kadar sorun olmazdı. Ancak ben tarihi bir inşadan öte, içinden çıkılamaz bir “doğal durum” olarak sunulduğunu düşünüyorum.
Star Wars Old Republic hakkında yazı gelir mi
Old Republic dönemi güzel bir dönem ama zor görünüyor. MMORPG olan SWTOR daha bile zor çünkü çok fazla sınıf hikayesi + ek paketler + görülmesi gereken farklı seçimler var. Belki çok ileride Jedi ve Sith felsefesi kısmına girebilirim ama kesin bir şey demeyeyim. Aklımda planlı olarak öyle bir şey yok.
Bu blog yine beynime yıldırım mızrağı etkisi yaptı. Yine doğru bildiğimi düşündüğüm bir şeyin aslında arkasında bir ton yanlışlık olduğunu öğrendim ve yine bir yapımı doğru yorumladığımı sanıp aslında hiçbir şey bilmediğimi öğrendim. Aslında hajime iseyama’nın taa başından beri bi soykırım ve dünyanın sonu temasını işleyeceğini bekliyordum. Karakterinde bu arzunun olduğunu düşünüyordum ama bunun sebebini nihilizm sanıyordum. Japonya hakkında bilgim azdır ve çok mobbinge dayalı, sürekli bir üstün altı ezdiği, kadının tacizlere sustuğu erkeğin sisteme saygı göstermekten başka bir erdem olmadığını düşündüğü toplumsal bir bilinç yaşandığını düşünüyorum. İseyama’nın da bu baskıcı toplumda yetişmenin verdiği içsel bir öfkeden kaynaklı hıncını aşırı distopik bir hikaye yazarak aldığını düşünüyordum. Ekonomik ve toplumsal açıdan en az sıkıntılı ülkelerde bu sebepten kaynaklı seri katil olayları oluyor ve neden öldürdün diye sorulduğunda bazıları “her şey çok normaldi, canım sıkılmıştı, o yüzden yaptım.” diyor. Hajime iseyama’nın da belki de buna benzer bir şekilde içinde patlama noktasına gelmiş olan çeşitli sebeplerden kaynaklı bu kısıtlanmışlık hissini tatmin etmek için kendine bir katliyam oyunu yarattığını düşünüyordum. Ama bunun çok cılız bir sebep olduğunu bu yazıyı okuduktan sonra öğrendim. Hajime iseyama’nın böyle bi katliyam oyunu yaratmasının tek sebebi içsel mevzuları değil, toplumsal değerleri, tarihte üzeri kapatılmış yüzlerce olay ve tarihin beynine verdiği hasar ve bunun gibi daha bir çok sebep olabilirmiş meğer ki. Sizin sayenizde öğrendiģimden daha çok şey öğrendim. Tekrar teşekkür ederim. Özellikle japonyanın geçmişindeki şu tecavüz olayları ve hajime iseyama’nın aslında ne denli iki yüzlü bir insan olabileceğini öğrenmiş olmak. Tam bir yıldırım mızrağı gibi beynime vurdu.
Çok iyi bir yazı olmuş.
Teşekkür ederim.
Isayama’nın yazdığı attack on titan school caste bölümünü de seri ile birlikte yorumlamanızı çok isterim
Teşekkürler. Meta yorumlar ilginç olabilir ama şu an için aklımda öyle bir şey yok.
Abi sen efsane yazmışsın. İçinde bir sürü değişik kelime vardı (faşizm, kapitalizm faln,) hepsini araştıra araştıra ,öğrenerek okudum. Ve savaş asla bitmesede dünyada, insan için her zaman bi umut vardır. Bu sorunu çözebilirim gibi geliyo. Yıllardır kendi kendime tartıştığım dunya ile ilgili sorulara çözüm buldum yazında. Dünyaya bakış açım olumlu yönden değişti, çünkü her zaman hatalarımızdan ders çıkarabiliriz. Ve SNK finali de bok gibi olmuş. Insan hasret kalıyor mutlu son a
Yorum için çok teşekkürler 🙂 Bir şeylere yararım dokunduysa ne mutlu.