-Canavarla Mücadele: Naoki Urasawa’nın Monster’ı Çizgi Roman İncelemesi & Kritiği-
Eserin Künyesi:
Adı: Monster (Canavar)
Cilt Sayısı: 18
Toplam: 162 Bölüm + Ekstralar(roman vs.)
Yazar: Naoki Urasawa
Yayımcı Şirket: Shogakukan
Dergi: Big Comic Original
Tür: Gizem, Gerilim, Drama, Psikoloji, Seinen
Yayımlanma Yılları: 5 Aralık 1994 – 20 Aralık 2001
Ödüller:
1997 Japonya Medya Sanatları Festivali Üstünlük Ödülü
1999 Tezuka Osamu Kültür Ödülü
2000 Shogakukan Genel Manga Ödülü
2007, 2008, 2009 Eisner Ödülü Adaylığı
gibi prestijli ödüller başta olmak üzere pek çok festival ve manga anime otoritesi tarafından ödüllendirilmiştir.
Giriş:
Anime ve manga janrasıyla rutin bir ilişkiniz varsa büyük ihtimal Monster adlı bu eserin adını daha önce duymuşsunuzdur. Bu eser benim favori manga sanatçım olan Urasawa Naoki’nin bir yazar olarak kendisini ciddi okura ve dünyaya kanıtladığı ilk büyük eseri. Bu eserde suç ceza ve etik gibi konuları işleyişi ve derin hikaye anlatımıyla tüm manga ve anime sektörünü değiştirdi.
Bugün karşımızda en az bir Dostoyevski’nin suç ve cezası kadar ciddiye almamız gereken bir eser bulunuyor. Ben bu mangayı okumayı bitireli henüz bir kaç hafta oluyor. Tüm mangayı bitirmem bir, bir buçuk ayımı aldı. Bunun nedeni hikayenin oldukça iyi ve ağır olmasıydı kolayca sindirilecek ve su gibi akacak bir hikaye değil. Bu her sayfası ve her bir karakteri iyi düşünülmüş yavaşça sindirmeniz gereken bir yapım. İnsanlığa dair verdiği mesajları, felsefi içeriği ve dinsel,folk sembolizm’i ile oldukça özel ve zekice tasarlanmış bir yapıt. Böyle bir eserin hakkını vererek bir yazı hazırlamak oldukça zor bir iş olacak hazırsanız başlayalım.
Hikaye ve Anlatım:
Temel olarak, bir dizi cinayet olayına dayanan hikayede cinayetlerin sonucu olarak adı lekelenen başarılı bir doktorun masumiyetini kanıtlamak için çıktığı serüven olarak ilerler. Bu serüven boyunca ana karakterimiz bir sürü iyi düşünülmüş arka plana sahip yan karakterle etkileşime geçer ve eski rejimlerin sahip olduğu çirkin sırları açığa çıkarır. Urasawa’nın anlatmaya çalıştığı hikayeyi spoilerdan sakınarak en iyi bu şekilde tanımlayabilirdim sanırım.
Urasawa’nın anlattığı bu hikayeyi kabaca şu şekilde formülize edebilirim sanırım. Ana karakter arcı -> Yan Karakter arcı -> Ana karaktere bağlanır -> Flashback ile geçmiş aydınlanır -> Yine yan karakter arcı, şeklinde ilerler. Her bir yan karakter güzel bir arka plan, hikaye ve motivasyonlarla donatıldığı ve de Urasawa’nın merak oluşturan sürükleyici anlatımı hikayeyi sarmaladığı için bu anlatım tarzı eserin elini oldukça sağlamlaştırmış. Ancak serinin bazı okurlar için küçük bir eksisi bulunuyor. Anlatım oldukça ağır, eğer daha önce 20th Century Boys ve Pluto okuduysanız onlardaki sürükleyiciliği Monster’da bulamayacaksınız. Ama hikayenin sizi içine çekeceği konusunda garanti verebilirim. Bu manga uzun, entelektüel ve karmaşık bir öyküye hatta sembolizm ve metaforlu bir anlatıma sahip olmasına rağmen herkesin az buçuk anlayabileceği bir dil ve anlatıma sahip. Bu yüzden takdir edilmesi gerek.
Bu kısımdan sonra ciddi spoiler uyarısı veriyorum!
Hikayeyi biraz spoiler ile anlatırsam da ana karakterimiz Dr. Tenma daha sonra bir canavara dönüşecek bir çocuğu ölüm döşeğinden kurtarmıştır. Ancak yıllar sonra kurtardığı bu çocuğun resmen saf canavar diyebileceğimiz bir kişiliğe dönüştüğünü öğrenince onun peşine düşmeye karar verir. Ancak canavara ulaştığında ne yapacağı konusunda çok büyük bir ahlaki ikilemde sıkışmıştır.
Berlin duvarının batısında başlayan bu hikaye zamanla komünist rejimin hemen sonrasındaki Doğu Almanya ve Çekoslovakya’ya sıçramıştır. Dönemin her türlü sosyal sorununa da büyük bir özveri ile değinmektedir.
Metin İçeriği ve Niteliği
Monster başlıca etik ve sosyal sorunları konu alan çok katmanlı hikayeye ve tasarıma sahip bir eser. Bu durum Urasawa’nın gizem ve gerilimi işleyişi tarafından desteklenerek ortaya gerçek bir başyapıt çıkıyor. Diğer anlamsız ve mantıksız seinen gore(vahşet, şiddet) mangaların aksine okuyucuya katmaya çalıştığı bir takım değerler var. Daha ilk bölümden yazar, bizi ve ana karakter Dr. Tenma’yı oldukça iddialı bir soruyla yüz yüze bırakıyor. ”İnsanların hayatları eşit midir?” ”Bir doktor azılı bir katilin hayatını kurtarmalı mıdır?” ”Hitler’i öldürme şansınız olsa öldürür müsünüz?” gibi. Dr. Tenma hikayenin sonuna kadar süren, nihai hedefi olan Johan’a ulaşma yolculuğunda kafasındaki bu sorularla yüzleşip duruyor. Ben ne koşulda olursa olsun bir insanı öldürmenin etik olmadığını düşünüyorum. Gerekli olabilir ve buna zorlanabilirsin ancak yaptığın eylemin etik olmadığını bilip bu yükle yaşamak zorundasındır. Nietzsche’nin İyinin ve Kötünün Ötesinde adlı eserinde bizlere söylediği gibi…
Ben bu cümlelerin kesinlikle Urasawa’yı etkileyip canavarla olan mücadele konseptini oluşturmaya ittiğini düşünüyorum. Ne hikmetse hikayede Nietzsche’nin memleketi olan Almanya’da geçmekte. Dr. tenma hikayenin genelinde benimle aynı fikre sahip, canavara karşı koymak için bir canavar olunması. Ancak Urasawa bir varoluşçu gibi konulara değinse de varoluşçu yazar ve filozofların pesimist melankolik yaklaşımlarının aksine her zaman hümanist ve optimist seçimlere yönlendirir karakteri. Evet insanlık ve hayat kötüdür ama içindeki iyiliği görmek öğrenilebilecek bir şey.
Neo-naziler, baskıcı komünist rejimler, güçleri yozlaşmış insanlar ve aşırılıkçılardan eleştirisini hiç sakınmayarak Urasawa yine anti faşist kişiliğini konuşturmuş, bunu yaparken de başta Türkler olmak üzere Almanya’da ikamet eden göçmenleri anmayı ve sorunlarını anlatmayı’da ihmal etmemiş. Dr. Tenma sosyal statü, para, inanç veya ırktan bağımsız olarak insanları kurtarmaya kararlı olduğu için, hikayenin hoşgörüye dair çok açık bir mesajı vardır.
Monster’ı monster yapan en önemli unsurlardan biri ise kesinlikle kullanılan folk çocuk resim kitaplarıydı. Franz Bonaparta adlı karakter tarafından yazılan bu hikayeler kesinlikle seriye mistisizm ve sembolizmi çok güzel bir şekilde yedirmişti. Johan ve Anna karakterini takip ederken sanki bir antik Yunan Tragedyası okuyormuş hissine kapıldım. Urasawa-sensei felsefeyi kullanarak 3 tane gerçekten klasik denilebilecek seviyede masal yazmış özellikle şeytanla anlaşma yapıldığı angst hikaye çok çok hoşuma gitti. Bu folk hikayelerin yanında güzel bir dinsel göndermede var, Johan yani Johannes Almanca Yuhanna anlamına geliyor. Yuhanna İsa’nın 12 havarisinden biridir. Altta vereceğim Yuhanna’nın vahiy mektuplarında geçen bu bölümün güzel bir gönderme olduğunu düşünüyorum. Mangada bulunmasa da anime de boş geçmemişler ve ilk bölümün başlangıcına eklemişler.
Kökleri Çekoslovakya’da başlayıp Kinderheim 511 isimli yetimhanede aşırılığa kavuşan bir eğitim projesi Johan karakterini hayata getiriyor. Adolf Hitler’in ardından Almanya için duygularından arınmış, sonsuz karizma ve yetilere sahip olan üstün bir lider yaratmaya çalışan bu proje ters tepip duygulardan mahrum kalmış kendi varlığını tanınması için yok edip tüketen bir varlık yaratmıştır. Bu varlığını ispatlamaya çalışan isimsiz çocuğun hikayesi başarılı bir metafor olarak Obluda(İsimsiz Canavar) okuyucuya veriliyor. Yazar insan doğasına yapılan beşer müdahalenin oluşturduğu kişilik sorunlarının ne kadar tehlikeli olabileceğini güzel bir eğitim sistemi hicviyle Johan karakteri üzerinden anlatılmış. Johan karakteri çok ikonik olabilecek Hannibal Lecter gibi kendi fan kitlesini oluşturabilecek kadar başarılı bir karakter. Bir deha, soğukkanlı seri katil ve usta bir manipülatör, o saf tekinsiz kötülüğün vücut bulmuş hali. Manipüle yetenekleri o kadar iyi ki insanları sırf konuşarak intihara sürükleyebilir. Ve bu ikna süreci oldukça mantıklı ve kabul edebilir bir şekilde ilerliyor, Johan karakterinin tehlikeli olabilmesi için nereden geldiği belli olmayan bir göz veya ölüm meleği defterine ihtiyacı yok. Ancak beni bu konuda en çok etkileyen kişi Wolfgang Grimmer adlı karakter oldu. Kinderheim’ın bir diğer kurbanı olan bu karakter için birçok şey söylemek istiyorum ancak kelimeler yanında kifayetsiz kalıyor. Dr Jekyll vari kişilik bozukluğu yaşayan Grimmer nam-ı diğer Muhteşem Steiner kesinlikle bugüne yaratılmış en ince kurgu karakterlerden biri.
Diyaloglar harika zaten karakterlerin pek çoğu detektif, psikolog veya görmüş geçirmiş zeki kimseler. Urasawa’nın insanların psikolojilerini etkileyici bir şekilde yansıtması da harika. Alkolik dedektif Richard, Martin, Gillen ve Lunge gibi harika yan karakterler ve bazı durumlarda pov’lar var ve bunların hepsinin psikolojik olarak zayıflıkları veya takıntıları bulunuyor. Özellikle Dedektif Lunge’nin işkolik kişiliği iyi verilmiş. Lunge’de Grimmer gibi çok başarılı bir karakter. Bu iki karakteri Johan ve Dr. Tenma karakterlerinden bile daha fazla sevmiş ve benimsemiştim. Dieter karakteri de seri hoş bir tat vermişti ve pek öyle gözükmeseler de çok etkileyici sahneleri vardı.
Çizim
Urasawa’nın kendine özgü bir tarzı var. Oldukça muntazam çizimlere sahip. Süper realist değil ama tam klasik manga gibi de değil tam ortasında karakter çizimleri. Başlangıç çizimleri için çok bir şey diyemeyeceğim 90’lara göre fena değil. Ancak çizerin yetenekleri muazzam bir evrim geçiriyor ve çizimler gittikçe güzelleşiyor. Sanatçının yaşadığı gelişimi kendi gözlerinizle görebiliyorsunuz.
Arka planlar tek kelimeyle muazzam. Etraftaki nesneler ve binalar çok iyi o an nerede olduğunuzu anlıyorsunuz. Resimlerin size zamanın hissini ve o zaman yaşayan birçok insanının sosyal durumunu vermekte. Yoksulluk, gecekondular, açlık, fuhuş vb. şeyler. Yüz ifadeleri duyguyu vermekte başarılı. Seri içindeki karakterler birbirlerine benzemiyorlar.
SONUÇ:
Normalde bu yazıyı artılar eksiler şeklinde yazmayı düşünüyordum ancak Monster’ın negatif yönleri pozitif yönlerinin yanında devede kulak kalıyor. Hatta Pulitzer ödülü sahibi yazar Junot Diaz Monster’ı okuduğunda bayağı bir etkilenmiş. Urasawa’nın Japonya’nın özel hazinesi olduğunu söylemiş. Monster kesinlikle eşi zor bulunur bir manga. Bir polisiye dedektif hikayesinin sahip olması gereken her şeye sahip. Nabız hikaye ilerledikçe hiç azalmıyor. Genelde bu tarz serilerin maruz kaldığı uzatılmış bir hikayeyle tatminsiz bir final arc sendromuna da sahip değil. Neredeyse kusursuz diyeceğim ancak bazı insanlar için eksi olabilecek ufak unsurları da bulunuyor. Kesinlikle okumanızı tavsiye ediyorum hem zevk alacaksınız hemde kendi benliğiniz adına bir şeyler bulmayı başaracaksınız.
Öncelikle bu harika yazınızdan dolayı çok teşekkür ederim az önce seriyi bitirdim unuttuğum detayları bana hayırlattığınız için sağolun ve bu sırada bir şey fark ettim **SPOILER** “…Yedi kafalı ve on boynuzlu, boynuzlarının üzerinde on taç…” -Yuhanna’nın Kara Kitabı alıntınızda fark ettim bunu. Sarhoş adam Johan’ı vurduğunda polislere yedi kafalı ve boynuzlu bir şeytanı vurduğunu söylüyordu bunu fark ettiğimde şok oldum. Bana bu güzel detayı fark ettirdiğiniz için teşekkürler.
Güzel yorumunuz için teşekkürler.
Öncelikle yorumunuz için teşekkür ederim. Bu dünyada ilk defa birini ve o birinin içsel motivasyonunu bu denli iyi anlayabildiğim için memnuniyet duydum. Johan karakteri, sanki asırlardır üzerimde kirli bir yapışkanlık gibi duran yalnızlığımı ve anlaşılmazlığımı ortadan kaldırmış gibi geldi bana. İlk defa bu duyguyu bu denli derin hissettim Johan’la… Ve kimsenin hiçbir şekilde fark etmediği ve benim hayretle bunu gördüğüm ince bir ayrıntı bırakmak istiyorum Johann hakkında: İnsanlar, Johann’ın nasıl bu kadar vahşi olabildiğine anlam veremiyor. Tamam, insanları öldürmesi anlaşılabilir, ama peki ya çocukları intihara zerk etmesi?! Bunun sebebi aslında o denli basit ve o denli anlaşılabilir ki, insan hayretler içerisinde kalabiliyor. O basit sebep şu; Johann, kendisi de henüz küçücük bir çocuk gibi. Asla büyümemiş ve asla büyüyemeyecek bir çocuk Johann. Çocuklukla lanetlenmiş biri… İnsanları öldürürken hiçbir şekilde kin beslemiyor olmasının yegane sebebi, küçük bir çocuğun saflığına sahip olmasından başka bir şey değil… Ona göre insanları öldürmek, küçük basit bir oyundan farksız. Ondan ötürü bu denli pişmanlık duymadan öldürebiliyor insanları… Çocukları intihara teşvik etmesine gelecek olursak: Yine aynı sebepten, yine çocuk olmasından. Bir çocuğunki kadar basit ve anlaşılmaz bir sebep… Johann, çocukluğu suistimal edilmiş ve mutluluğun ne olduğunu bikmemiş bir çocuk gibi. Bundan ötürü kızgın, çok kızgın. Ama bu öfkesini ifade etmeye gerek bile duymuyor, çünkü onu anlayabilecek kapasitede kimse yok… Herkesin bilinci, onunkine nazaran tek düze, sığ ve yavan. Bundan ötürü hiçbir zaman yaptıklarını açıklama gereği dâhi duymuyor Johann… Büyük ve soğuk bir yalnızlık…
Çocukları intihara teşvik etmesi konusuna dönecek olursak: Kendisi, çocukluğunu yaşayamamış ve bu erken gelen varoluşsal farkındalıkla lanetlenmiş olduğu için kızgın, çok kızgın bu duruma.. Bundan ötürü diğer çocukların güle oynaya büyümesine tahammül edemiyor. Yalnız bundan mı? Hayır. Aynı zamanda bu yaptığı, yalnızlığından kurtulma yollarından biri. Kendi lanetlenmişliğinin aynısını o çocuklara da yaşatarak aslında yalnızlığından kurtulmaya, çocuklar tarafından dâhi olsa da anlaşılmaya çalışıyor Johann bu yaptığıyla… Neden büyükleri değil de çocukları buna teşvik ettiği sorusunun bir diğer cevabı da aynı; kendine denk gördüğü insanlar büyükler değil, asla büyükler olmadı. Büyükler arasında onun ilgisini çeken yalnız Dr. Tenma idi. Çünkü o da içindeki çocuk saflığını koruyabilmiş biri idi. Ona da “Sonun Manzarası”nı göstermeye çalışmasının altında yatan asıl sebep, büyüklerin arasında kendini anlayabileceğine ve onu yalnızlıktan kurtarabileceğine inandığı tek insan Tenma idi. Bundan ötürü asla onu öldürmeye yönelik bir teşebbüse yeltenmeyi düşünmedi bile!.. Çünkü onu anlayabilecek ve bu bozguna benzeyen yalnızlığını ortadan kaldırabilecek nadide bir insandı Tenma onun için.. Ah Johann, seni anlıyor olmak hem bir lanet, hem de bir lütuf. En yakın arkadaşım olmayı başarabildin zorlanmadan, olduğun kişi olarak. Şu an ki bilincime ulaştıktan sonra böyle bir şeyin neredeyse imkansız olduğunu düşünüyordum. Öyle ki, sırf beni anlaması için yarattığım “Sonya” karakterinin dâhi beni artık anlayamayacağına inandığım için “Savaş Günlükleri” kitabımı sonlandırdım bu bilince girdikten sonra…