Kurgu Eleştirisi ve Değer Yargıları Ayrılamaz

Kimi iddiaların aksine, kurgu eleştirisi ve insani değer yargıları ayrılamaz. Peki neden bu değer yargıları eleştiri için önemli? Neden onlar eleştiriden atılmaya çalışılıyor? İdeoloji bunun neresinde?


Bir kurgu eser okuduğunuzu düşünün. Eserin anlattığı şeyi, vermek istediği mesajı, yazarın göstermek için çabaladığı şeyi hiç doğruluğu açısından değerlendirmiyor ve sadece teknik yanları açısından inceliyorsunuz. Yazar ne kadar iyi betimleme yapmış, yazacağı şeyler hakkında ne kadar ipucu koymuş, bir çizgi romansa çizimleri nasıl… ardından bu işe tamam diyor ve yaptığınız şeyi eleştiri diye adlandırıyorsunuz. Bir şeyler eksik kalmaz mıydı? Örneğin, Shingeki no Kyojin’in siyaset, varoluş ve insan doğası hakkında dediklerini hiç tartışmasak, serinin çok büyük bir kısmı, belki de asıl kalbindeki şey kaybolmaz mıydı? Dostoyevski’nin insan varoluşu, onun zayıflığı ama aynı zamanda kuvveti hakkında dediklerini değerlendirmesek, Dostoyevski’ye Dostoyevski denilebilir miydi? Elbette hayır. Ancak kimi çevrelerdeki bir görüş, düzgün sanat eleştirisi yapmak isteniyorsa, yapmamız gerekenin bu olduğunu iddia ediyor. Bir eserin anlattığı şeyi, doğrulu veya yanlışlığı, daha büyük insani bağlam içerisindeki yeri ve değeri gibi açılardan değerlendirmenin, yanlış olmasa da, sanat eleştirisi olmadığını söylüyor. Bu yazıda, neden bu görüşe katılmadığımı, bu iddianın muhtemel sebeplerini ve bu sebeplerin eleştirisini sunacağım. Kısmen geniş sanatsal bağlamdan söz etsem de, eleştirim kurgusal eserleri merkeze alarak yapıldı. Yani dediklerim ana olarak bu çerçevede değerlendirilmelidir.

[Bu yazı, yazarın kendi sitesinde de yayımlanmıştır.]

Başlık Resmi: Jabee, John Elijah Santos

Analiz

Duygu

Sanatı tecrübe etmenin kilit noktasının duygusal yan olduğu ve sanatının amacının duygusal bir yanıt yaratmak olduğu söylenmiştir (Fellous, 2006; Internet Encyclopedia of Philosophy, 2022). Bu konuda yapılan kısa bir İngilizce tarama, sanat ve duygusal tepki yaratma hakkında, gerek akademik gerek akademik olmayan çok fazla yazı olduğunu gösteriyor (“art and emotion” diye aratabilirsiniz). Yani sanatın duygusal yanıt oluşturma özelliği uzun süreden beri tanınan ve oldukça ilgi çeken bir konu. Bu bize sanatın ne olduğu ve nasıl işlediği hakkında bir ipucu verse de, resmin tamamını anlatmıyor. Elbette bu kısa yazıda sanatın ne olduğu sorusuna girmeyeceğim. Lakin sadece duygusal bir tepki oluşturmanın sanatı anlamak açısından yetersiz olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Yetersizdir çünkü sanat bu kadar basit bir şeye indirgenemez (birçok şeye duygusal tepki veririz), aynı zamanda “duygusal tepki oluşturma” aslında oldukça karmaşık bir süreçtir. İnsan “saf bir şekilde” duyguları kendi başına yaşamaz. Bu duygular daha büyük bir bağlamın içerisinde açığa çıkar.

Emotion 2, Alexandra Kršňáková

Örneğin, birisi sizi terslediğinde, verdiğiniz tepki ve hissettiğiniz duygu bu bağlama göre değişir. Bu kişiyi tanımıyorsanız, insanların veya kimi insanların genel kabalığına verip geçebilirsiniz. Veya kişiliğinize bağlı olarak buna çok sinirlenebilirsiniz. Eğer tanıdığınız birisiyse, bu terslemeyi yine aynı noktaya bağlayabileceğiniz gibi, bu kişinin o gün ters veya zor bir gün geçirmesine de bağlayabilirsiniz. Veyahut bu kişi genel olarak böyle birisiyse, özel olarak karakterinde bir sorun olduğunu düşünebilirsiniz. Sebepler daha da çeşitlendirilebilir. Ancak her türlü, bu harekete ve kişiye verdiğiniz tepki, izole bir baloncukta, tek başına yaşanmaz. İnsanlar hakkındaki düşünceleriniz, o kişi hakkındaki düşünceleriniz, hayatta ne kadar anlayışlı olmak gerektiği hakkındaki düşünceleriniz gibi şeyler bu tepkiyi etkileyecektir. Başka bir deyişle, verdiğiniz tepki daha büyük bir bağlamın içinde gerçekleşmektedir.

Sanat eserleri de bu açıdan benzerdir. Örneğin, Mona Lisa veya başka herhangi bir büyük tabloyu ele alın. Böyle bir tabloya sadece fiziksel/teknik özellikleri açısından yaklaşmazsınız. Onun tarihsel ve sosyal bağlamı da sizin için önemlidir. Bunu çok basit bir düşünsel deneyle gösterebiliriz. Tarihsel tabloların ancak ve ancak aşırı yakın bir incelemeyle anlaşılabilecek kopyalarını yapan başka sanatçılar var. Ancak hiçbir zaman bu kopyalar, eserin orijinaliyle aynı veya ona yakın bir değere bile sahip olmuyor (kopya olduklarının bilindiğini varsayıyorum). Hiç kimse de, bu eserlerin aynı şey olduğunu düşünmez. Bunun sebebi, Mona Lisa veya başka bir tablonun sadece fiziksel/teknik varlığı değil, onun aynı zamanda insani varoluş içerisindeki göreli yerinin önemidir. Bu durumda, Mona Lisa’nın değerinin çok büyük bir kısmı, onu yapan kişinin elinden, belli bir tarihte çıkmış bir eser olmasıdır. Başka bir örnek verecek olursam, edebiyatta, sık sık, türlerin öncülleri, kendilerinden sonra gelen eserler tarafından teknik açıdan geçilir. Örneğin roman tekniği son yüzyılda oldukça gelişmiştir. Buna rağmen 19. yüzyıldan veya başka bir tarihten gelen “önemli” romanlardan bahsedilir. Bu eserlerin öneminin ve değerinin sebebi, teknik açıdan inanılmaz iyi olmaları değil, belli şeylerin öncülü, ilki olmalarıdır. Bir kez daha, bir sanat eserinin değerini sadece fiziksel veya teknik yanı değil, daha büyük bağlamdaki yeri belirlemektedir.

Chi no Wadachi (2017), Shuzo Oshimi

Örnekler çoğaltılabilir. Mesela, Osamu Dazai’ın Ningen Shikkaku (İnsanlığımı Kaybedişim) kitabının Japon ve dünya edebiyatında bu kadar ilgi çekmesinin bir sebebi, yarı otobiyografik bir çöküş romanı olmasıdır. Yazar, hayatı boyunca yaşadığı oldukça karanlık ve acı verici olaylardan, oldukça iç karartıcı fakat bir o kadar açık bir şekilde, yarı-kurgusal bir ortamda bahseder. Benzer şekilde, Clams Casino’nun “I’m God” şarkısının kült bir izleyici kitlesine sahip olmasının oldukça temel bir sebebi, şarkıyla ilişkilendirilen iki tane intihar vakasının yaşanmasıdır (Balram, 2020). Bu olaylar sebebiyle şarkıyı ölüm ve öteki dünya gibi kavramlarla ilişkilendiren pek çok insan, Youtube yorumlarında kendi travmalarından veya kaybettikleri kişilerden bahsetmiştir ve bahsetmektedir. Daha genel bir örnek verilirse, pek çok geek birey, oyun, film veya anime müziği gibi şeyleri oldukça sever. Böyle bir şarkıyı sevmelerinin önemli bir sebebi, büyük ihtimalle, o şarkıyı kafalarındaki eserle ve o eseri tüketirken yaşadıkları duygularla eşleştirmeleridir.

Bütün bu örnekler ve daha fazlası, sanat eserlerine verdiğimiz duygusal tepkilerin daha büyük bir insani bağlamda ortaya çıktığını gösteriyor. Zaten bu yüzden, aynı sanat eseri, farklı iki insanda farklı tepkilere yol açabiliyor. İnsanların ortak tecrübeleri ve yapıları olduğu gibi, farklı tecrübeleri ve yapıları da var. Bu yüzden sanat eserlerinin yarattığı tepkiler de değişiyor.

Değer ve Değer Yargıları

Duygusal tepkiler daha geniş bir bağlamda ortaya çıkıyor. Peki bu bağlamın içerdiği şey nedir? Burada oldukça fazla şey söylenebilir. Tarihi bağlam, sosyolojik bağlam, ideolojik bağlam, psikolojik daha bireysel bir bağlam vs. Lakin benim odaklanacağım nokta, burada, bu bağlamı oluşturan bir şeyin insani değerler olduğudur. Bununla, hem sanat eserinde bulunan hem de sanat eserinin dışında, dış dünyada bulunan değerleri kastediyorum.

Oldukça temel bir şekilde söyleyecek olursam, her bir kurgusal eser, kendi değer(ler)ini içerir. Örneğin, shounenlerde arkadaşlığın ve insanlarla bağ kurmanın önemi oldukça temel bir yere sahiptir. Aile odaklı sitkomlarda ailenin önemine yer verilir. Arkadaş ortamı odaklı sitkomlardaysa arkadaşların önemine yer verilir. Polisiye türünde, sık sık, polisin yaptığı işin ne kadar zor ama gerekli olduğunun altı çizilir. Aynı zamanda, birçoğunda, insanlığın karanlık yanına vurgu yapılarak insan doğası hakkında bir değersel yargıda bulunulur. Kozmik korku eserlerinde insanın evrendeki küçüklüğü ve evrenin karmaşık yapısını anlamaya çalışmanın insanda yaratacığı korkunç etkilerden bahsedilir. Yani insanın varoluşsal konumu hakkında değer yargılarına varılır.

Ghost in the Shell (1995)

Daha somut örnekler de verebiliriz.

  • Shingeki no Kyojin, insan doğası, sınıfsal toplum yapısı, savaşın ve şiddetin doğası, savaşın kötü yanları, insanların neden savaştığı gibi konular hakkında oldukça fazla değer yargısında bulunmuştur. Bunları incelediğim yazılara bakabilirsiniz.
  • İncelediğim başka bir seri, Bleach, insanın ölüm karşısındaki mücadelesini konu almıştır. İnsanın ölüm karşısında sadece hayatta kalmasının yetmediğini, ona göğüs gererek ileri atılması gerektiğini, ölüm korkusuna rağmen hayatı dolu dolu yaşaması gerektiğini salık vermiştir.
  • Berserk, dünya inanılmaz karanlık bir yer olsa da, insanın bu karanlıkla mücadele ettiğini göstermiştir. Bütün karanlığa ve soğukluğa rağmen, insanın hala değer verdiği bir sıcaklık ve kişiler bulabildiğini anlatmıştır. Geçmişin intikamıyla kendini yok etmek veya geleceğin umuduyla bir şeyler kurmak arasında kalındığında, ikincisinin tercih edilir olduğunu anlatmıştır.
  • Naruto, nefretin sadece nefret doğuracağını ve bunun herkesin kaybıyla sonuçlanacağını söylemiştir. Dünyayı kurtarmanın yolu olarak, insanlarla bağ kurulması gerektiğini, farklı ve hatta düşman olarak görülen grupların bile kendi hikayesi olduğunu ve bir diyalog imkanı olduğunu anlatmıştır.

Görülebileceği gibi, bütün bu eserlerin anlatısı, içkin olarak bir değer ve değer yargısı taşımaktadır. Değer yargısı bu noktada değerden ayrılamaz çünkü her değer, aynı zamanda bir değer yargısıdır. Siz bir şeyin değerli olduğunu anlattığınızda bile, onu pozitif bir şekilde yargılamış olursunuz. Bahsettiğiniz şey kadar bahsetmediğiniz şey de önemli olabilmektedir. Örneğin, Disneyland ve Disney filmleri, geçmişte geçmelerine rağmen o zamanki sosyal ayrımcılıkları ve mücadeleleri yok saydıkları için eleştirilmiştir (Ellis, 2017). Bunları görmezden gelerek onların önemini yok saydıkları öne sürülmüştür.

Değer ve değer yargıları, sadece “ciddi” eserlerle de sınırlı değildir. Sitkomlardan örneklerle bunu gösterebiliriz.

Scrubs
  • Yakın zamanda üstüne yazılar yazdığım Scrubs, gerek varoluşsal gerekse sosyal konularda oldukça fazla değer yargısına sahiptir. İnsanın ölüm karşısındaki zayıflığını ve aynı zamanda bu zayıflıktan doğan kuvveti ve insanın insan ile olan bağını göstermiş, bunu hayatın zor bir yanıyla -ölümlülüğümüzle- baş etme yöntemi olarak övmüştür. İşin diğer yanında, ateizmi göreli olarak kötü bir kalıpta sunmuş ve dini daha üstün bir anlatı olarak sunmuştur. Bir insanın kapitalist bireysellikle çatışan etik prensipleri olmasını yanlış bir şey olarak göstermiştir.
  • How I Met Your Mother dizisi, her insanın bir ruh ikizi olduğu anlatısı üstüne kendisini kurmuştur. İnsanın bu uğraşta katettiği yolun ne kadar zorlu olduğunu fakat buna değer olduğunu anlatmıştır.
  • Friends de, bu kadar açık olmasa da, benzer bir yol izlemiştir. Aynı zamanda, sizi seven ve kabullenen bir arkadaş grubunun hayattaki en önemli şeylerden birisi olduğu anlatısını sunmuştur. İşin diğer bir yanında, Ross’un entelektüel zevklerinin arkadaşları tarafından aşağılanması yoluyla, anti-entelektüel bir tavır takınmış ve bunu olumlamıştır.

Değerlendirme Zorunluluğu

Bütün bunlar, bize değer ve değer yargılarının kurgusal eserlerin içkin, dolayısıyla ayrılmaz bir özelliği olduğunu gösteriyor. Bu durumda, bir önceki bölümlerde denilenleri birleştirirsek, şöyle bir sonuç elde ediyoruz.

  1. Sanat eserlerinin temel bir özelliği duygusal tepki uyandırmaktır.
  2. Sanat eserlerinin uyandırdığı duygusal tepki daha geniş bir insani bağlamda ortaya çıkmaktadır.
  3. Kurgusal eserler de sanat eseridir ve değer ile değer yargıları içermektedir. Bu değerler ve değer yargıları insanlarda duygusal tepki uyandırmaktadır.
  4. O zaman, diyebiliriz ki, bu değerler ve değer yargıları sadece daha geniş bir insani bağlamda değerlendirilebilmektedir.

Bu sebeple, eğer bir kurgu eleştirisi yapılmak isteniyorsa, o kurgusal eserin sahip olduğu değerleri ve değer yargılarını da daha geniş bir insani bağlamda değerlendirmek zorunludur. Bu da, o değerlerin ve değer yargılarının yararı, zararı, doğruluğu ve yanlışlığı gibi konularda tartışmayı getirmektedir. Bunun aksini iddia etmek, kurgusal eserlerin ve sanatın nasıl işlediğini reddetmektir. Aynı zamanda, kurgusal eserin sahip olduğu anlatıyı ciddiye almamaktır. Yani kurgusal eserin içkin bir özelliği ve sanatsal işleyişi için oldukça temel olan bir yanı yoksayılarak, o eserin hem insani hem de sanatsal bir özelliği reddedilmektedir. Bunu yapan bir eleştiri, o eseri sadece bir teknikaliteye indirger. Sanatın içini boşaltır.

The Court of Death, Rembrandt Peale

Burada söylenilmek istenilen, kurgusal eserlere karşı yapılan her ahlaki saldırının doğru olduğu değildir. Kimi zaman gerçekten sadece tepkisel bir yaklaşımla kestirilip atılan eserler var. Böyle örnekler olsa da, kurgusal eserlerin içerdiği ahlaki ve diğer insani değerleri tartışmak ve değerlendirmek, kurgu eleştirisinin bir zorunluluğudur. Böyledir çünkü her kurgusal eser insan varoluşu hakkında ya doğrudan ya da dolaylı olarak birçok şey söyler. Bunları ciddiye almamak, eseri yeterince ciddiye almamaktır. Bunları ciddiye almak ama kurgu sanatının içkin bir parçası olduğunu reddetmek, sanatı anlamamak veya eksik anlamaktır.

Eleştiri

Buraya kadar olan kısımda, bahsi geçen fikrin aksinin neden doğru olduğunu düşündüğümü anlattım. Bu kısımdaysa, bu fikrin içerdiği hataları kimi başka açılardan inceleyeceğim.

Hatalı Mantık

Sanat eleştirisinde insani değerlere yer olmaması fikri, birkaç temele dayandırılabilir.

İlk olarak, bu bir tür varoluşsal nihilizmden kaynaklanıyor olabilir. Yani, bütün insani değerlerin aslında “nesnel” bir anlamı olmadığı için, aynı geçerlilikte ve geçersizlikte oldukları söylenebilir. Bu sebeple, sanat eserlerini incelerken insani değer yargılarına girmememizin öznellik katacağı söylenebilir. Bu argümanın kullanışsızlığını göstermek oldukça kolay. Böyle bir yaklaşım kendisini yok eder çünkü her insani değer aynı derecede geçerli veya geçersizse, bu durumda sanat da aynı muameleyi görmek zorundadır. Dolayısıyla sanat eleştirisinden insani değer yargılarını uzak tutmak için bir sebep olmuyor çünkü bu argüman da “nesnel” bir geçerliliği olmayan, insani bir şey oluyor. Başka bir deyişle, her şey göreliyse, bir şeyin doğruluğunu ve yanlışlığını tartışmak veya savunmak için bir sebep kalmıyor. Bu durumda, “insani değerleri sanat eleştirisinden uzak tutun” argümanı kendi bindiği dalı kesiyor.

Fotoğraf: Emily Morter

İkinci olarak, insani değer yargılarını sanat eleştirisine katmanın, onları ahlaki olarak yargılamaya yol açacağı ve bunun sanattaki çeşitliliği azaltacağı söylenebilir. Böyle bir argümana karşı verilecek ilk cevap, ilk kısımda bahsettiğim gibi, her eserin aynı zamanda bir değer ve değer yargısı bütünü içerdiği ve bununla etkileşmeyi reddetmenin, eseri yeterince ciddiye almamak olduğudur. Yani çeşitlilik korunmak istenirken, aslında eserlerin sahip olduğu oldukça önemli bir içkin sanatsal tarafın varlığı reddedilmekte, eserlerin içi boşaltılmaktadır. İkinci bir karşı çıkış, çeşitlilik için çeşitliliğin anlamsız olduğudur. Sanatta ve kültürel alanda çeşitliliğin takdir edilmesinin önemli bir sebebi, farklı insan tecrübelerini, algılarını ve değerlerini ifade etmesidir. Bu tarz farklılıkları anlamak ve tecrübe etmek, sadece daha büyük bir insani bağlamın içerisinde anlam bulmaktadır. Biz bu çeşitliliği takdir ederiz çünkü bize hayata dair farklı tecrübeler ve bakışlar sunar. Bunlar da bize bir şey katar. Zaten kısmen bu sebepten dolayı, basit bir aksiyon filmi veya jenerik bir sitkom yerine, Fyodor Dostoyevski, Gabriel García Márquez veya Osamu Dazai eserleri sanatsal olarak daha çok takdir ediliyor. Oysa bir şey katmayan, tam tersine bir şey götüren bir eser, farklılığın ve çeşitliliğin getirdiği bu değerin altını oyacaktır. Yani, mutlak bir farklılıkçılık, farklılığın değerini yok eden bir şeydir. Sebep ile sonucu karıştırarak, bir sonuç olan çeşitliliğin takdirini, çeşitlilik tek başına bir amaçmış gibi, bir sebep olarak sunar. Sonuç olarak, mutlak farklılıkçılık da, nihilist yaklaşım gibi, kendi bindiği dalı kesiyor. Ve yine, bu farklılıkları daha büyük insani bağlamdan ayıramadığımızı görüyoruz.

Üçüncü olarak, bir sanat eserinin başarısını ölçmek için, “yapmak istediği şeyi ne kadar iyi yaptığına” bakmak gerektiği öne sürülebilir. Oysa ilk kısımda açıkladığım gibi, böyle bir yaklaşım, eserin içerdiği değerleri ve değer yargılarını oldukça önemli bir seviyede yok sayar. Bu yüzden, onun çok önemli bir sanatsal parçasıyla etkileşmeyi reddeder. Böylelikle onun hatalı olduğu görülebilir. Lakin bu iddiayı başka bir açıdan da incelemek gerekiyor.

Kapitalizm, Post-Fordizm ve Post-Modernizm

Bu son iddia daha yakından incelenmeyi hak ediyor çünkü oldukça ideolojik olan bir yaklaşımla çok fazla örtüşen noktaları var. “Yapmak istediği şeyi ne kadar iyi yaptığı” kıstasının tek kıstas olması gerektiği, kapitalist bir pazar mantığına sahip bir iddiadır. Bunu şöyle görebiliriz.

Saf kapitalist mantıkta, bir ürün için en önemli şey, ne kadar sattığıdır. Ürünün toplumsal ve diğer etkileri önemsizdir. Önemli olan, hedef kitle tarafından ne kadar tüketildiğidir.

Aynı şekilde, yukarıdaki iddiada, bir sanat eseri için en önemli şey, hedef kitlesine ne kadar iyi kendini “sattırdığıdır.” Sanat eserinin toplumsal ve diğer etkileri önemsizdir. Önemli olan, hedef kitle tarafından ne kadar kabullenildiğidir.

Buradaki “sattırma” kısmını sadece parasal olarak almak zorunda değiliz. Bu hedef kitle tarafından ne kadar kabullenildiği ve sevildiğini de kastediyorum.

Böyle bir yaklaşımın, kapitalist ürün pazarlama mantığıyla ne kadar benzer olduğu yukarıdaki karşılaştırmadan görülecektir. İkisi de, ürün için, toplumsal ve diğer kıstasları siliyor ve tüketim/tüketici odaklı bir bakış sunuyor. İş sadece bununla da bitmiyor. İki yaklaşımda da tek kıstas tüketici olduğu için, değer yargılarından bir kopma gerçekleşiyor ve oldukça hedonik bir “Bizde herkese göre mal var!” yaklaşımı benimseniyor. Artık tüketim dışında bir değersel kıstas olmadığı için, her türlü zararlı hazzın önü açılıyor. İnsanlara inanılmaz zarar verdiğini düşündüğünüz bir eseri sanatsal açıdan mı eleştirdiniz? Bu kabul edilemez çünkü her türlü hazzı kabullenmek zorundasınız! Daha büyük bir insani bağlamdan söz edemezsiniz çünkü bu tüketimci ideolojiyle uyuşmuyor.

Aku no Hana (2009), Shuzo Oshimi

Bu yaklaşım birkaç kavramla oldukça örtüşüyor. Bahsettiğim gibi, saf kapitalist mantıkla örtüşüyor çünkü tek kıstas olarak tüketim/tüketici baz alınıyor. Kapitalist bir metalaştırma (bir şeyi ticari bir nesneye dönüştürme) yoluyla, sanat eserleri sosyal bağlamlarından koparılarak sadece birer tüketim odaklı ürüne dönüştürülüyor. Kapitalizmin her şeyi bir metaya dönüştürme eğilimi, bunlarla sınırlı olmamak üzere, vatanseverlik, spor, duygusal ve fiziksel yakınlık, doğa ve insan bedeni gibi şeyler için de gösterilmiştir (Scanlon, 2005; Walsh ve Giulianotti, 2012; Constable, 2009; Heller, 2010; Russell ve Ankenman, 1996 Sharp, 2000). Yani oldukça iyi belgelenmiş bir sürecin başka bir zincirini oluşturuyor.

Post-modernist bir yaklaşımla uyuşuyor çünkü artık “daha büyük iyi” gibi değersel anlatıları denklemden çıkarıyor, neredeyse mutlak bir görelilikçiliği savunuyor (“neredeyse” çünkü tüketim/tüketici her şeyden üstün tutuluyor) (Bu görelilikçiliğe karşı çıkan postmodernistler de var fakat bu görelilikçilik de postmodernizm içine giriyor) (Encyclopedia Britannica, 2022).

Post-Fordist kategorisine de giriyor çünkü Post-Fordist üretimde, geniş kitlelere uyan tek bir kalıp ürün yerine, özel küçük grupları hedef alan birçok ürün vardır (Amin, 2011). Bahsi geçen yaklaşımda da, büyük küçük -hatta zararlı zararsız- her türlü haz hedef alınıyor.

Sonuç olarak, sanat eserlerinin sosyal boyutunu reddeden, kişiye özel pazarlanan, kapitalist ve hedonik bir hazcılık, “sanat eleştirisi” içerisinde sunuluyor. Toplumsal ve insani boyutundan koparılmış, tüketim odaklı bir sanat eseri incelemesi sunuluyor.

Son

Buradaki incelemede, insanın önemsiz görünen konulardaki yaklaşımının bile, aslında ne kadar önemli şeylere bağlı olduğu görülebiliyor. Bu yaklaşımı savunan kişilerin zorunlu olarak kötü kişiler olduğu gibi bir görüşü elbette savunmuyorum. Bu konudaki fikir üstünden böyle bir genelleme yapılamaz ve zaten benim bu tarz yazılarda hedef aldığım şey kişiler değil, fikirlerdir. İşin bir diğer yanında, hedef kitlesinin tamamen önemsiz olduğunu düşünmüyorum. Örneğin, çocukları hedef alan bir kitabı eleştirirken, hedef kitlesini elbette göze almalıyız. Lakin hedef kitlenin de öneminin olması, onun, kurgunun değersel yanını kapı dışına attığı anlamına gelmiyor. Mesela, Küçük Prens gibi çocuklara çok güzel bir şekilde hitap eden ve onlara “hayat dersleri” öğreten bir kitapla, çocuklara yakım, yıkım ve ayrımcılık öğreten bir kitap aynı değildir.

Bunun dışında, yazıda eleştirdiğim yaklaşım, günümüzdeki kopuk sosyalliğin ve sosyal bağlamından koparılmış metalaşmanın başka bir zincirini oluşturuyor. Yerinden ve bağlamından koparılmış eserler, sadece tüketimci ideoloji hizmetinde değerlendiriliyor. Oysa sanat eserleri, özellikle hayata, insana ve evrene dair diyecek güçlü bir şeyi olan eserler, üstünde bol bol düşünülerek hazmedilebilir. Bunu yapmak için, onların değersel yanıyla etkileşmek, onları sosyal bir çerçevede değerlendirmek zorunludur. Eleştirdiğim yaklaşım, sanatın bu insani yanını kapı dışına atarak, sanat ürünlerini basit birer hedonik haz nesnesi haline getiriyor. İşte tam olarak bu yüzden zararlı. Sanat, insanın kendisini, insanlığı ve evreni anlamasının temel yollarından birisidir. Sanatın bu özelliğini alırsanız veya zayıflatırsanız, onu sadece bir hedonist hobiye dönüştürmüş olursunuz. Hedonist bir haz alma (yani sırf zevk verdiği için bir şeyler yapma, örn. çay içme) insanlık için temel olsa da, onu yegane hedef olarak belirlemek, insanın anlamsal karakterini yok eder. Bu yüzden, hayır, kurgusal eserler asla sadece bir haz nesnesi değildir. Onlar insan varoluşunun ayrılmaz ve temel bir parçasıdır.

Son olarak, bu yazı, neden kurgusal eserlere, bir değerlendirme ölçütü olarak puan vermediğime bir sebep daha oluşturuyor. Ne de olsa, değerleri ve değer yargılarını nasıl sayılaştırabilirsiniz? Hayatın anlamına veya ahlaka kaç puan verirsiniz?

Kaynaklar

Amin, A. (Ed.). (2011). Post-Fordism: a reader. John Wiley & Sons.

Balram, D. (2020). The Dark Internet History of Clams Casino’s Cult Song ‘I’m God’. Vice.

Constable, N. (2009). The commodification of intimacy: Marriage, sex, and Reproductive Labor. Annual Review of Anthropology, 38(1), 49–64.

Encyclopedia Britannica. (2022’den görüntü). Postmodernism and relativism.

Fellous, J. M. (2006). A Mechanistic View of the Expression and Experience of Emotion in the Arts.

Heller, M. (2010). The commodification of language. Annual Review of Anthropology, 39(1), 101–114.

L., Ellis. (2017). The Revisionist World of Disney: Mary Poppins, Walt Disney and Saving Mr. Banks

Internet Encyclopedia of Philosophy. (2022’den görüntü). Art and Emotion.

Russell, C. L., & Ankenman, M. J. (1996). Orangutans as photographic collectibles: Ecotourism and the commodification of nature. Tourism Recreation Research, 21(1), 71–78.

Sharp, L. A. (2000). The commodification of the body and its parts. Annual review of anthropology, 29(1), 287-328.

Scanlon J. (2005) “Your Flag Decal Won’t Get You Into Heaven Anymore”: U.S. Consumers, Wal-Mart, and the Commodification of Patriotism. In: Heller D. (eds) The Selling of 9/11. Palgrave Macmillan, New York.

Walsh, A. J., & Giulianotti, R. (2001). This sporting mammon: A normative critique of the commodification of Sport. Journal of the Philosophy of Sport, 28(1), 53–77.

Feindbild Yazar:

Buradaki ve başka yazılarımı da içeren kendi sitem: https://otegezen.wordpress.com/

2 Yorum

  1. wyy
    11 Ocak 2022
    Yanıtla

    Selamlar, yazılarda kullandığın görselleri nereden buluyorsun? Yazıya uygun görseller mi arıyorsun yoksa daha önceden kaydettiklerini mi kullanıyorsun?

    Eleştiri üzerine yazıların çok faydalı oluyor, eline sağlık.

    • Feindbild
      15 Ocak 2022
      Yanıtla

      Merhaba, yorum için teşekkürler 🙂 Bazen elimdeki görsellerden kullanıyorum ama genellikle aratarak buluyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir