Joker (2019) Mercek Altında

İşte o çok tartışmalı filmin, bu çok tartışmalı yazar tarafından pek de beklenmeyen incelemesi ile karşınızdayım. Son dönem yoğun iş tempom sebebiyle siteyle ve okurlarımızla gerektiği gibi ilgilenemediğimi(zi)n farkındayı(z)m. Ancak işte böyle önemli konularda fırsat buldukça yine sizlerle buluşmaya gayret ediyoru(z)m.

Gelelim konumuza, çıkmadan önce FBI ve benzeri güvenlik birimlerini dahi alarma geçiren, gelişi yıl öncesinden “ezber bozacak” beklentisi ve sloganı ile etiketlenen. Geldikten sonra da kitleleri ikiye bölen, anında fenomen olup hemen her yerde gözümüze çarpmaya başlayan bu tartışmalı, karmaşık işin incelemesi ile, Joker İncelemesi ile karşınızdayım.

Her zamanki gibi önce direkt baştan genel fikrimi belirtip sonra bu fikri detaylandırayım;

Genel kanım; “Abartıldığı kadar harika olmayan, konfor bölgesini terketmemek adına kimlik bunalımı yaşayan, içeriği için fazla uzun ya da uzunluğu için fazla boş olan, yine de ne olursa olsun oyunculuk, renk ve ışık kullanımı, temel sinematografi ve hikaye çizimi (storyboard) gibi açılardan standartların üstünde ve başarılı bulduğum bir iş.”

Film çıkalı epey oldu o yüzden spoiler içermeyen kısım yapmayacağım direkt dalacağım arkadaşlar. Bu zor filme dair izlenimlerimi, etkisinde kaldığım ya da hayal kırıklığı yaşadığımanları bunların tahlilini nasıl kağıda dökeceğim açıkçası bilmiyorum. Bu seferlik formülü şöyle buldum. Bu sefer alt başlıklara ya da eksilere artılara ayırmak yok. Madem bu karmaşık ve çarpık yapılı filmi izleyebiliyor ve beğenebiliyorsak benim bu filmin incelemesini kara düzen yapmam da uygun olacaktır diye düşünüyorum. O halde başlayalım adostlar.


Hemen büyük bir laf ederek girişeyim; “Bu filmi samimi bulmuyorum.” diyorum. Bir film samimi olmak zorunda mıdır ? Diyenleri duyar gibiyim ve evet bir zanaat ve sanat eseri ele aldığı tema, renk, skala, düşünce adına samimi olmalıdır.Samimiyet, sevimli olmasını, çok çıplak olmasını, kolay sindirilebilir olmasını falan gerektirmez. Samimiyeti o şekilde almayın. Bu tarz işlerde ben samimiyet dediğim zaman, kastettiğim şey üreticinin (yönetmen ve ekibi) bu işi ne kadar stratejik ne kadar gönülden yapmış bunların yüzdelerinin birbiriyle çarpışma şeklini kastediyorumdur. Bir diğer kastettiğim şey ise (samimiyet ile) aslında dürüstlüktür. Filmin önermesinin (premise) filmin kendiyse buluşma şeklidir. Premise ile plot çok fazla kafa kafaya geliyor ve yönetmen bu konuda çok bir şey yapmıyor bu çarpışmaların etrafında ticari ve jenerik stratejiler ile dönüyorsa o film samimiyetsiz geliyor bana. Peki neden böyle buldum ?

Öncelikle filmin ilk yarısı Joker‘in ne kadar hasta ya da annesinin ne kadar zavallı olduğuyla başlamıyor ve bunlara çok da ihtiyaç duymuyor. İlk yarı da gördüğümüz aklı pek yerinde olmayan oldukça düşkün ve bitkin ebeveyn ve çocuk profili zaten bana geriye kalan gerilim ve drama için gerekli her şeyi sağlıyordu. Aksine ilk yarıda çok ciddi bir toplum portresi vardı. Ekonomik sınıf ayrımı çatışmasından tut da, ırkçılığa, agresif totaliterizme, emperyalizme kadar pek çok hem geçmişi olan hem de hala güncel olan akımı ve bu akımların toplum üzerinde yarattığı sorunları bir potada eritebilen bir yapısı vardı filmin. İkinci yarı ile birlikte ise “Aa yazık ya Joker çocukluğundan kafasına darbe almış ondan o hastalığı var ve o hastalığı yüzünden o dışlandı bugüne kadar ve bu dışlanma onun bugün olduğu kişi olmasına sebep oldu.” bağlamına kadar getirdin olayı. Buna gerek yoktu. Joker’in bademciklerine kadar içini bilmemize gerek yoktu, yeterli bilgi vardı zaten. Olay toplumsal, kuvvetli bir mesaj olabilecek iken bir adamın manyaklığını yasal ve nispeten vicdani olarak meşrulaştırıp, normalleştirmesine getirdin durumu ve tam da bu nokta da senaryo boşlukları ve kavramsal çatışmalara biraz eğileyim bari dediğinde(tüketici olarak) bu sefer karşına “Ee bu karakter stabil bir karakter değil ve senaryo da stabil değil. Filmde gerçekleşen olayların yüzde yetmişi aslında hiç gerçekleşmemiş de olabilir. Nitekim bu açıdan her şey hem mümkün hem de mümkünatsız olabilir.” gibi çok tembel ve kolaycı bulduğum bir kılıfla çıkageliyor film.

Kuvvetli bir işçi sınıfı, düşkün ve gariban girişi yap sonra bunu sağlık ve aile sorunları gibi çok güçlü çarpanlar ile buluştur ardından. “Anlatıcının (ana karakter) eylemlerinin ardındaki sebep bebelikten hasarlı olması ve o hasarın yıllar içinde biriktirdiği örselenmişliktir. Sorgulanamaz! ” sonucunun gelmesi ve tam bu sonucun zayıf ve güçlü yanları hakkında da eser ile değerlendirme aşamasına girdiğinde ;

Film/Senaryo: Ee yalnız bunların olmamış olabileceğinden bahsetmiş miydim ? ”
Ben: Yani annesi hakkındakiler doğruydu kadın deliydi ve …
Film: Na-nah-nah-aha… Aslında annesi de doğru söylemiş de olabilir. Fotoğrafın arkasını gördünüz değil mi ? kıps 😉
Ben: Ha o zaman Joker bunu gördü ve bu düzenin isyanı ile bu karmaşıklıkta ilk ulaşabildiği bileşen olan annesini öldürdü ve annesini öldürmesinin ardından dünya ile bağlarını kopardı ve sonunda olması gereken ters-mesih olup, kaosun içinde yükseldi.
Film: Evet sen öyle istiyorsan öyle olsun. Seni o şekilde tavlıyorsak o zaman öyledir. Unutma biz warner bross filmiyiz.
Ben: Ne demek ben istiyorsam ? Başka nasıl ki
Film: Bak o kadar deli doluyuz ki , bir cinlik düşündük ve yerleştirdik görmedin mi ?
Ben: Ney ? Son sahne mi ?
Film: Evet, aslında her şey bir yalan da diyebiliyorsunuz. Çoklu son.
Ben: Ha ne yardan ne serden vazgeçtiniz yani ? Çoklu son Killing Joke’un sonu gibi olur, iki türlü sonlandırdığında da farklı kavramlara ve tatminlere ulaşabileceğin basit ama etkili bir seçim hakkı bırakmaktır. Bir sürü toplumsal önerme ile filme girip sonunu Jumanji gibi ya oyunun içindeydik şimdi çıktık başka dünyadayız havası yaşatmak ile olmaz.
Film: IMDb Top 10 diyorum, Oscar diyorum, ödüller ve beğeniler diyorum, seni dikkate almıyorum.
Ben: Ben de seni çok dikkate alamıyorum. O zaman anlaştık bir daha ki denemede görüşmek üzere…

Kendimi film ile böyle bir git gel içinde buldum ve bu hoşuma gitmedi. Çoklu son kıvraklığı ya da “disturb” (rahatsız edici) temalı filmler böyle olmazlar. En azından iyi olanları böyle olmaz. Burada film, Joker’den korkan ve tiksinen de, onunla empati kuran da, ona sempati duyan da, onu takdir edip, hayranlık besleyen de hepsini sinema salonuna getireyim taktiği etrafında üzerinde dönmüş ve bunu çok net hissetmek filmi benim açımdan kimliksiz yaptı. Nispeten, çok katı bir şekilde olmasa dahi etrafı köşeli değil, yuvarlak hatlar olanından olsa dahi bir karar ve netlik olmalıydı. Dürüst olup bir yönde bir nebze de olsa kalınmalıydı diyorum.

Bazıları şöyle diyor tabi ; “Ulan cumburlop, filmin dehası zaten bu çoklu seçenek ve herkesin kendi Joker’ini bulup ona tutunması ve senin inandığın Joker’in sonu hangisi ise filmin sonunun senin için o olması. Senin gibi gömücü mallar ne anlasın bundan ?”

Açıkçası kusura bakmayın ama bu tip bir “deha” algısının bir örneğide ünlü manga serisi One Piece‘ de çokça rastlanılagelinir. Yazar üç yüz küsürüncü bölümde bir panelin arka planında bir yapı ya da karakter çizer. O an için önemsizdir ancak bir bakarsın 700. bölümde o kullanılır ya da o bölümde o eski üç yüz küsürüncü bölümdeki detaya bir gönderme yapılır vesaire. Bu rutinin akabinde ise bir kesimin “Oda peygamber, One Piece kutsal kitap, şu detaylara bakın abiiii.” kitlesi dediğimiz bir kitlenin haykırışları yükselir ancak yapılan şey aslında çoğu olguya yazar tarafından son dakika da karar verilen çoook yavaş tempoda ilerleyen çook uzun soluklu bir hikayede yazarın “şunu şuraya koyayım belki bundan bir şey çıkar” demesinden başka bir şey değildir. Bu güzel bir jesttir yazarlık seviyesi adına bir turnusol kağıdı muamelesi görmesi kadar saçma bir şey yoktur. Joker filmindeki sözde “deha” ve “zenginlik” de benim için aynen bu şekilde cereyan etti. Bu da bizi şikayetçi olduğum bir diğer olguya getirdi.


Tempo ve Süre !

One Piece çok uzun soluklu ve çok ağır ritimli olduğu için yazarın kendi kendine rutinler ve gizemler oluşturup bunlar ile oynaması çok olası oluyordu onun konforundan ya da hikayenin sürekli tekrarından vazgeçmesini sağlayan bir durum olmuyordu. Çünkü tempo ve süre buna fazlasıyla imkan tanıyordu. Aslında tempo, süre ve “bu seride her şey sonradan keşfedilir, o yüzden her şey olabilir” tarzı plotun rahatlığı diyeyim.

Bu üç olgunun üçü Joker’de de var. Karakter kadrosu ve plotu için çoook gereksiz uzun, temposu da özellikle ilk 60-70 dakika çok çok düşük (gerçi ben oraları daha çok sevmiştim o ayrı) ve üstüne üstlük yukarıda bahsettiğim “Herkesin Joker’i bizde gel abi, çünkü her şey hem gerçek hem yalan” mantalitesinin sağladığı rahatlık. Yani yine her an her şey olabilir ve buna bir şey diyemezsin lüksü One Piece metaforunu yapma sebebimdir.

Bence bu film bu haliyle bir sanat ya da festival filmi olsa ve ekonomik kaygılarından sıyrılarak (bunu eleştiri olarak yazmıyorum, yani neden böyle olmamışı yazmıyorum, eğer böyle olsaymışı yazıyorum.) 50-55 dakikalık bir film olsaymış. Sonundaki ilk 60-70 dakikasına ihanet eden hamlesine rağmen çok çok güçlü bir film olurmuş. Ama var olmayan sevgili gibi zayıf yan-öyküler ya da zırt pırt ota boka dans etmeler gibi gereksiz sahneler ile film doldurulduğu için film hali hazırdaki içeriği ile bu süreyi ta-şı-ya-mı-yor. Maalesef öyle, hele bir de bu içeriğe final ihanet edince. Ee bunca saat ben ne izledim diyorsun. Sonra oradan bir ses “Aslında hiç bir şey izlemedin, hepsi hayal ürünüydü.” çekiyor.

Yani bu kadar garantici, bu kadar konforlu bir sosyal mesaj filmi, rahatsızlık verme filmi, karakter tahlili filmi, sanat filmi, artık bu filmde gördüğün averaj üstü tema ne varsa. O böyle aktarılmamalıydı. Riski alıp, bir “bitim” (conclusion) konmalıydı. Bitim illaki bir “bu da böyledir” gibi değil.

Yani hayali olan kız arkadaşını (gerçek komşusunu) öldürmeye geldiğinde kanepede otururken şunları söylemişti Joker;
Çok kötü bir gün geçirdim.” İşte filmin orasına kadar hala Joker’in orijinal “Yanlış zamanda yanlış yerde sadece çok kötü bir gün insanı çıldırtmaya yeter” felsefesi sağlam bir şekilde getirilmişti (nispeten) ve bu sefer bu felsefenin yanına toplumsal ikilemleri, otoriter kirli çamaşırları da iliştirmeyi başarmıştın. Niye gidip, reverse-messiah, beyin hasarlı kurban, kaotik kahraman toplarına girdin ki ? Hadi buna girdin, büyük oynadın sağlam bir grand finale ile filmi dizleri üstüne çöktürmek istiyorsun tamam elbette olabilir bence gidilebilir ve tercih edilebilir bir yol zaten. Fakat niye bu seferde “Ee aslında hepsi yalan olabilir ehüeühehehiehüei” çekiyorsun. Madem hepsi yalan olabilirdi o zaman; “Ya Joker’in de hiç seçim hakkı olmamış, çocukluktan hasarlı abi, toplum sağlık hizmetini kesti, hasta adam ilacını alamadı. O yüzden toplum ona yaptıkları için hak ettiğini aldı işte oh olsun. Yaşasın toplu-seri katliamlar.” gibi tamamen reklamcı, edgy ergen toplara niye girdiniz ?

İşte kimlik bunalımlı film dediğim buydu. Joker’i özenilmemesi gereken fakat ondan bir şeyler öğrenilmesi gereken adam olarak lanse ediyorlar ne güzel derken son 20-30 dakika da; “Kaotik Kahraman, İstismar kurbanı hasta gariban, bu Joker sen de olabilirdin. Allah kimsenin başına vermesin, canım kıyamam ya” denilebilen bir Joker geliyor. Bazıları diyecek ki “Kardeş senin kendi çıkarımların bu kadar büyük kitlelerin sevdiği bir filmin tematiğini tanımlayamaz.” Zaten ben tanımlamıyorum film kendi yapıyor ben sadece kendisinin nasıl yaptığının iç şematiğini anlatıyorum. Bir doktor sana ishalsin deyince sebebi doktor değildir, bir mühendis bir bina için “bu depreme dayanıksız deyince”, çökme sebebi bu uyarı değildir. Gene yapıların kendisidir (insan ve bina) , bu metafora göre bu da filmin kendisi oluyor. Ayrıca madem hep benim açımdan dinliyoruz bir anektod getirelim, dünya geneli Joker incelemelerini okurken Türk bir sitede (adını vermeyeyim) Joker filmine biri , bin yaparak inanılmaz bir methiye düzülüyordu ve o inceleme de çok ama çok tehlikeli bir ibare vardı. Cümleyi bilerek tam tamına söylemeyeceğim ancak ana fikri kavrayacaksınız zaten. İşte geliyor;

“Filmde Joker’in sebebi olmadan, anlaşılamaz tek cinayeti sondaki psikiyatrı öldürmesiydi çünkü artık gerçek kimliği ile barışmış, özgür, vahşi ve kaotik birisiydi.”

Karakterin kaçışına “barışma” denilmesine hiç girmeden direkt vurucu noktaya geliyorum. Üzgünüm ama komşusu kadın, anne ve Murray Franklin karakterlerinin ölümü için ne gibi bir %100 kabul edilebilir, meşru ve doğru sebep vardı ki ? Murray’in ki ile biraz empati kurabiliyorduk. Diğerlerinde de neden öldürdüğünü anlayabiliyorduk ama onaylayamıyor ya da hak veremiyorduk. Nasıl tek sebepsiz ve haksız cinayeti sondaki oluyor ? Yani nasıl bir sugarcoating (şekerle kaplama) yapıldığını, karakterin empati kurulabilirden, sempati beslenebilire nasıl sektiğini ve bunun sebebinin de filmin bahsettiğim “herkesin jokeri ama sadece warner bross’un zenginliği” kafasının sebep olduğunu daha iyi anlamışsınızdır.


Filmin kolaycı ve konforlu tavrına çanak tutan bir konu da müzikler idi. Önemli ve vurucu sahnelerde çok jenerik ancak ağır müzikler ve efektler ile Juaqin’e yapılan aşırı detaycı vokal kayıt ile (yer yer vokal porno olan) filmin çıplak kalması hiç sağlanmamış çok şişirilmişti. Bu ne demek oluyor derseniz benim için müzik ile film şişirmenin kralı Son Mohikan‘dır. Her önemli hatta bazen nispeten önemli sahnelerde ve anlarda illa ki çok gaz ve manalı, oldukça yüksek aralıktan müzikler çalınması ile seni belli bir duyguyu hissetmeye resmen zorluyordu. Bunu biraz Joker’de de buldum açıkçası ve tüm bunları bir araya getirince konformist, garantici ve dürüst olmayan tanımlarım kafamda daha da oturuyor ve sağlaması alınmış oluyor açıkçası. Fakat bu film çöp demek ya da değersiz demek değil.

Pekiiii, bu filmle ilgili sevdiğim şeyler yok mu ? Elbette var.

  1. Gotham tasviri Tim Burton Batman‘i ve Batman TAS‘dan beri en iyisiydi. Nolancılar alsın bir yere koysunlar da sussunlar. Kokuşmuş, karanlık ancak yine de güçlü ve görkemli bir metropol. Gayet yerinde ve vurucu idi.
  2. Her ne kadar senaryo direk Juaqin‘e göre yazıldığı için (evet bu film için önce Joker seçildi her şey ondan sonra oyuncuya göre ayarlandı, storyboard, senaryo, kamera vs vs) oyunculuğunun başarısının çok abartıldığını ve yer yer müzik ve aşırı vokal ile Juaqin’in sahnelerinin şişirildiğini düşünsem de elbette eninde sonunda averajın epey üstü bir oyunculuk söz konusu.
  3. Renk şemasını çok sevdim. Işığın kullanımı çok başarılı diyemem (başarısız da diyemem elbette) ama renk kesinlikle çok iyiydi. Yani Joker karakterindeki değişimlerle paralel, endüstriyel ve emperyal renkler olan koyu metalik gri, pas turuncusu, kiremit kırmızısı, para yeşili gibi renkler (evet Joker’in sondaki kıyafetlerinin renkleri, toplumun şekillendirği adam toplumun rengini giyer) ile fosforlu yeşil, mor, uçuk sarı (Arkham) gibi renklerin mücadelesi ve bu renklere anlatıcı yani baş karakterimizin tecrübelerinin yön veriyor oluşunu sevdim.
  4. Müziklere çok girilmiş olsa da kimi yerlerde cidden tam damara şerbet parçalar vardı.
  5. Ona silah veren arkadaşının ve cüce çalışma arkadaşı ile evde yaşanan sekans filmin en güçlü 2. sekansı idi. Silah veren iri arkadaşını öldürürken bembeyaz yüzüne sıçrayan kan. Cüce arkadaşının dövüş başladığı andan itibaren tamamen ortamdan izole olup hiç savaşmayı dahi düşünmeden bir köşe de teslim olması o çaresizliği ve ardından kapıdan kaçmak için gittiğinde kapıyı açamaması ve olası katilinden kapısını açmak istemesi ve oradaki gerginlik. Yani hem görsel olarak hem kara mizah olarak hem de gerilim olarak çok çok kuvvetli bir sekans idi. Ancak öte yandan arka motife de sahipti. Bu endüstriyel, materyalist ve emperyal katı sistemde bir canavara karşı bir erkeğinde ne kadar çaresiz olduğunu sistemden kaçışı olmayan, gerekli güvenlik ve varlık olgularına (bu durumda üst kilit) erişimi olmayan birinin sistemin şekillendirdiği toplumun karşısındaki çaresizliğini çok güzel gösteriyordu. Yani ata erkil toplumu yine ve öncelikle erkeği ezer ve hadım eder fikrini güzel sembolize etmişti benim açımdan.
  6. Çok iyi bir sinematografisi olduğunu düşünmüyorum (bir kaç sahne hariç) ancak daha önce dediğim gibi renk skalasının yanı sıra iyi olduğu bir konuda (ara sıra çok formülüze hissettirse de) hikaye panelleri idi. Film ağır tempolu olduğu ve Joker çok yakın plan çekildiği için pek çok sahne bir portre ve panel gibiydi . Ve bunların önemli bir bölümü oldukça başarılı ve görsel açıdan şık, tatmin edici idi. Elbette biraz daha az jenerik olsa tadından yenmezdi o ayrı.
  7. Sonunda her hangi bir sinematik evren ile alakası olmayan kendi başına dimdik duran ve ben buradayım diyebilen bir popüler kültür filmi bir comics filmi görmüş olmak.
  8. Joker‘in durmayan kahkahasına bir mana katmak gerekli miydi ? Gereksiz miydi ? Bunun bir derinliği var mı yok mu tartışılır. Ancak bu farklı bir Joker yorumu ve bu yorum içerisinde buna bu şekilde bir belirleyici unsur muamelesi yapılması ve trajik bir sebep biçilmesi bence filmin kendi adına başarılı. Ben olsam yapmazdım ama bu filmin kendi yapısı içinde bence oldukça orijinal olmuş ve işe yaradı demek istiyorum.

Filmin birazcık da köken kaynağı olan DC Comics ile olan ilişkisine deyineyim. Açıkçası isterse hiç yaşanmamış olsun (olasılıklardan biri bu) Bruce olayına hiç girilmemeliydi. Hele bir de şu sıralar devam filmi geleceği ve doksanlarda geçecek olan Batman filmi ile bu filmin buluşturulacağı konuşuluyor o zaman tüm bu stand alone sanatsal comics filmi reklamı da yalan olur. Ve çok yaşlı bir villain olmayan, beyin hasarlı mesih ile zengin, duygusuz ailenin çocuğunun kapışması olur ki buradan çıkamazlar. Neyse esas lafıma döneyim. Bruce‘a girilmemeliydi, Wayne Ailesini normaldeki tasvirine göre daha kaba, kapitalist ve hor gören şekilde tasvir etmeleri bence sorun değil. Çünkü ne olursa olsun sondaki vahşi ölümü hak etmiyorlardı ve hak etmedikleri şey başlarına geldiği için yine Bruce’un , Batman olma yolundaki motivasyon el vurulmamış oluyor. Fakat onun haricinde DC Evreninin en büyük şehrinin en güçlü ailesini oğlunun evin sınırında gezinip ardından bir yabancıyı takip edip ardından da ellerini ağzına sokmasına izin vermesi vs saçmalık idi. Hikaye yürüsün, göndermem olsun diye gerçek dışı kastırılmış bir sahne idi. Kastırma derken, filmin hikaye için kastırdığı anlara değinelim.

  • Wayne İşletmeciliği çatısı altında borsacı olarak çalışan 3 beyaz yakanın şehrin en korkunç metro hattında gecenin bir yarısı, silahları olmadan bulunma ve bulunmaları da yetmezmiş gibi bir mini müzikal canlandırma olasılıkları neydi ?
  • Seksenler Amerikasının, New York’unun daha da vahim ve karanlık bir yorumu olan Gotham’da sana ürkünç gelen ve güvenmediğin bir arkadaşına bedavaya silah verme olasılığı ne kadardı ?
  • Joker ve annesi kadar hasta ve fakir insanların sağlık sigortası olma ve televizyonlu tek kişilik bir hastane odasında yoğun bakıma alınması olasılığı nedir ?
  • O kadar sakat ve güvenliksiz bir mahallede dul genç bir anne olan siyahi bir kadının kapısını gece vakti kitlememe olasılığı ne kadardır ?
  • Çok yoğun polis gözetimi altında, şehrin en güçlü isimlerini barındıran bir etkinlikte Polis barikatının hemen 10-15 metre yanından gözle görülebilir bir kapıya Arthur’un ulaşma olasılığı mı ? Yoksa dışarıda isyan varken o kapının güvenliksiz bırakılma olasılığı mı daha düşüktür ?
  • Çocuk hastanesinde yere silah düşüren ve bunun içinde “gösterimin parçası” gibi zayıf bir yalanla çıkagelen adamın direktmen nezarete atılıp, sorguya alınmama ya da günlerce bir daha aranmama olasılığı nedir ?
  • Şehrin en güçlü adamının çocuğunun ağzına yoldan geçenin elini sokabilme olasılığı ?
  • Şehirde isyan varken en güçlü ailenin orta kesime ait bir caddedeki sinemada filme gitme olasılığı nedir (eğer gerçekse tabi) ? Ya da kapıda bir araç beklememe olasılığı ?
  • Gotham gibi terörün kol gezdiği ve ortalıkta palyaço kılıklı birinin insanları öldürdüğü söylentileri varken palyaço makyajı ile gelen adamın üstünün canlı yayın öncesi aranmaması ya da malum itirafı yaptıktan sonra kimsenin bir kalkışma da bulunmaması olasılıklarına ne derdiniz ?

Nitekim filmin hikayesinin yapısı gereği pek çok ittirmeye ihtiyaç duyduğunu unutmamak gerek. Sorunsuz bir makina gibi işlediği yoktu (pek çok diğer film gibi).


Filmin bir diğer övülen yanı olan göndermelerine gelince, yönetmen Todd Philips‘in Martin Scorsese‘nin kült klasikleri “King of Comedy” ve “Taxi Driver” fimlerine göndermeler üzerinden Scorsese’yi yıkayıp yağlaması ya da Charlie Chaplin‘in endüstriyel, materyalist kapitalizmin çarklıları arasında emekçi kesimin öğütülmesini kara mizahı ile anlattığı Modern Times filmine selam çakması bence çok etkileyici değildi. Yani ince değildi, o yüzden gönderme falan değil bildiğin selam çakma olmuş bunlar. Modern Times filmi sırasında zengin kesimin, filmin sadece komedik sahneleri (patenle kayma vs) gülüp, diğer önemli yerlerde ki dumur halleri falan hoş sembolizmler olsa da film sosyal mesaj açısındaki samimiyet, berraklık ve yaratıcılık olarak Modern Times’ın onda biri etmiyordu. Hal böyle iken de ap açık “Ya işte Modern Times,’ın modern kaotik haliyiz.” çekmek bir kesim izleyicinin kendisini nispeten de osla “elit tüketici” olarak hissetmesi için yapılmış gibi hissettiriyor maalesef.

Hatta tam da bu durumu filmin Time Dergisi yazısında köşe yazarı Stephanie Zacharek şu şekilde özetlemiş; ” Joker toplumumuzun kültürünün boşluğu adına bir film olayı istiyor. Ancak onun yerine tamda bu boşluğun en güzel örneği oluyor.”

En güzel (Prime) örneği demezdim ya da tamamıyla “boşluk” olarak tanımlamazdım belki ancak baştan beri anlattığım kimliksizliği Stephaine çok güzel özetlemiş. Anlattığı ile çelişen ve gene anlattığına dönüşen yitip gitmeye müsait bir yapıya bürünüyor film.

Sonuç:

Filme dair tüm “Çizgi Roman Filmleri Bir Daha Asla Eskisi gibi Olmayacak !”, “Popüler Kültür Filmlerinde Kaotik Devrim !”, “En iyi Çizgi Roman Uyarlama Filmi!” , “En İyi joker !” , ” The Dark Knight Who !”, “Sonunda gri tonları olan ciddi bir comics uyarlaması !” , vesaire, vesaire gibi tamamen pr başlıklara gram önem vermiyorum. Bunlar The Dark Knight, Watchmen, V for Vendetta, Kick Ass, Iron Man, Logan gibi filmler içinde söyleniyordu. Aynı tas aynı hamamı farklı bir naneymiş gibi sürekli öne sürmeleri de çok sevimli. Toplumumuz garip cidden.

Bu filme 2. Logan sendromu diyorum. Janra filmlerini olduğundan biraz daha karanlık, samimi ve duygusal olarak dramatik çekip içine biraz sevgi, hüzün vesaire basınca , üstüne de kaliteli yakın plan oyunculuk serpince hemen Oscar konuşmaları başlamış ve “İşte Comics filmleri böyle olmalıdır taam mı ?” sohbetleri döner olmuştu.

Bu da benim açımdan ikinci dalga. Hatta Logan‘ı daha samimi buluyorum ve aksiyon janrasına bir kalite getirdiği için daha özgün bile bulunabilir. Çünkü Joker zaten standart comics uyarlamaları gibi gelmedi öyle de lanse edilmedi. Filmin fragmanı ile ödüller almaya başlayıp, oscar için anılması bir oldu. Nitekim bu performans filmi olarak geldi ve ben öyle dışarıda abartıldığı kadar bir performans görmedim. Elbette standart bir formüle Avengers ya da Justice League filminden çok daha iyi ama onlardan iyi olması daimi bir iyi olma durumu ya da tartışılmaz kalite olmasını gerektirmiyor. Bunları ayırt etmek gerektiği kanısındayım.

Bu kadar abartılmasa, pr’ı bu kadar kör göze parmak olmasa belki daha çok takdir edebilirdim. Tamamıyla objektif olabildiğimi zaten söylemiyorum. Ancak bildiğim bir şey varsa o da bu filmin şaheser vs olmadığıdır. Hatta ortalamanın çok üstünde dahi olamadığı. Kendi önermesine bu kadar fazla kafa atarak kendisini baltalamış konformist alanından çıkamamak adına tempoyu, süreyi ve felsefesini kurban etmiştir.

Elbette bu tarz filmlerin gelmesi cesaretlendirilmeli biraz damak tadı değişikliğine gidilmeli. Ancak bir V for Vendetta, Batman Begins, The Dark Knight, The Crow vs varken ne kavramsal ne de sinematik açıdan bu filme çok farklı bir şeymiş gibi davranamayacağım. Davranana saygı duymak ile birlikte bu konuda çok agresif ve ısrarcı kesimi de çok kâle alamayacağımı söylemem gerek.

Yine de sinema dili kullanabilen(misal Arthur’un aslında gerçekleşmeyen her sahnede çok mutlu olup gülmesi ve filmin sana ne gerçek ne değil anlatmak yerine sana böyle bir anahtar bırakması hoş fakat keşke bu kadar ile bıraksaydılar ikilemi) hep anlatmayan bazen de sadece gösterebilen bir popüler kültür uyarlama filmi görebilmenin mutluluğunu da tatmadık değil. Misal filmin en harika şeyi olan giriş sahnesinden bahsedeyim;

Film başlar; kamera dış pencereden içeri yakın plan yapar iki büyük pencere arasındaki kolonda loş sarı ışıkla ışıklandırılmış bir ayna ve o aynaya bakan soytarı makyajlı zayıf garip bir adam vardır ve adam ellerini yanaklarının içine sokarak kendisini zorla güldürür, sonra da komedik bir biçimde üzgün surat yapar fakat parmaklarını çektiğinde gerçek, komedik olmayan tamamıyla yıkık bir ifade vardır. Çok iyi bir sahne ancak bu sahnenin yüzeydeki güzelliği esas gücü alt-metinde, sinematografisinde yatıyor.

Arthur‘un iki yanındaki pencereden dışarıda çok büyük metalik objeler görünür ve pencerelerin olduğu tuğla duvarlar ile birlikte o dev metal yapılar endüstriyel ve emperyal, materyalist dünyanın en bilinen renklerini ve dokularını sunmaktadır. Dışarıdaki düzeni anında anlamanız mümkün, öte yandan tam bu iki pencerenin ortasında (simetrisi hafif kayık bir simetri, sonuçta hiç bir şey mükemmel değil). Bu dışarıdaki soluk, monoton ve büyük dünyaya tezat bir biçimde iç ısıtan sarı renklerinin içinde yer yer paslı/puslu aynasına bakan bir soytarının yüzünü görüyoruz. Yani her anlamıyla dışarıdaki sistemik ve materyalist dünyaya tezat, oraya ait olmayan ancak oraya mahkum olan bir bireyi görüyoruz. O toplumun onlarca anti-tezinden biri olan kaosun elçisini. Ve bir diğer detayda, geleceğin Joker’inin baktığı aynanın içindeki karanlık yerleri, aynayı çerçeveleyen objeler ile beraber sarıp, gözünüzde bir obje oluşturup sonra bakınca fark ettiğiniz şey. Joker’in antitezinin görüntüsüdür. BATMAN !

Giriş sahnesi ile karakter kompozisyonunun sinematografi ile tek kelime dahi kullanmadan aktarılması Ders 1.

İnanılmaz bir sahneydi, sinema tarihindeki en iyi hem film girişi hem de karakter girişi sahnelerinden biri olabilir. Ama işte insan üzülüyor sen filme bu kadar güçlü gir sonra bu kadar korkak ve iki yüzlü çık. Olmadı beyler olmadı.

Son olarak happening =/= pretending diyorum. Bu filmin falsosunu en iyi bu eşitsizlik anlatıyor çünkü.

Karakterler ve İlişkileri: 72/100
Derinlik & İşçilik: 74/100
Efektler & Görsellik: 85/100
Türünün Gereklilikleri: 83/00 (burada comics uyarlamasından ziyade psikolojik drama ve gerilim olarak ele alıyorum)
Hikaye & Evren Dizaynı: 63/100
Özgünlük ya da Etki Gücü: 68/100 (Film farklı olabilir ama özgün değil, ikisi farklı şeyler)
Zamanlama & Ritim: 60/100
Tutarlılık ve Samimiyet: 58/100

KB Puanı: 68-72/100
(fikirlerim zaman içinde değişebilir. Fakat 74’den yukarı ya da 64’den aşağı ineceğini pek sanmıyorum)


Tüm Hakları www.kahramanbaykus.com ve hazırlayan yazara aittir. Site ve yazar adı belirtilmeden ya da orijinal sayfanın linki verilmeden içeriği paylaşanlara hukuki yaptırım uygulanacaktır.

Utkan Aktaş Yazar:

2 Temmuz 1987 doğumlu olan Utkan genç görünümlü bir ihtiyar olarak iki üniversitede bulamadığı aidiyet ve de yaratıcılık hissini dans, yazarlık, kurgu gibi pek çok diğer sanatsal uğraşıda buldu. Şimdilerde ise Kahraman Baykuş olgusunun kurucularından ve de yazarlarından biri olmaktan son derece memnun bir adam olarak tanınmakta ...

Tek Yorum

  1. Barış
    14 Kasım 2020
    Yanıtla

    Eline sağlık, güzel inceleme olmuş.

    Bencede kolaya kaçmışlar o çocukluk travması olayında, zaten birçok freudçu bakış açılı film var yani.

    Çok övülüyor diye izlediydim, oyunculuk ve atmosferler güzel ama kolaya kaçmışlar Joker olmasında.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir