“Eleştiri” Peşinde Koşarken Kendi Ayağına Sıkmak

Eksik ve yıkıcı eleştirellik, eserlere yaklaşımımızı nasıl etkiliyor? “Eleştiri” peşinde koşmak bizi nasıl yanlış yönlendirebiliyor?


Bir süredir, kurguya, oyunlara, müziğe, filmlere ve daha birçok şeye, kısacası eğlence alanlarına olan yaklaşımımı düşünüyorum. Pek çok kişi gibi, benim için, hayatta bana mutluluk ve anlam veren şeylerin bir kısmını bu alanlar oluşturuyor. Onlara ilgi duyan ve özellikle tartışmayı seven kişi için, belki de işin en temel ikilemlerinden birisi, zevk alma ve eleştiri arasındaki gerilimdir. Bir yandan, insan sevdiği şeyleri tartışır. “Şu kısmı iyi olmuş, bu kısmı kötü olmuş, şöyle kaliteli, böyle kalitesiz,” tarzı laflar havada uçuşur. Hatta kimi zaman tartışmalar hararetlenir. Peki, şöyle bir soru soracak olursam, eleştiri neden önemlidir?

[Bu yazı, yazarın kendi sitesinde de yayımlanmıştır.]

Eleştirinin Önemi

Bu soruya kesin bir cevabım yok. Ancak cevaplardan birisine göre, bu sitedeki diğer bir yazar olan Mergen’in de belki katılacağı bir şekilde, eleştirellik insanın kendi zevklerini geliştirmesini ve rafine etmesini sağlar. Sonuçta, insan kendi zevk aldığı şeyleri incelerse, sevdiği ve sevmediği şeyleri düşünürse, farklı türleri ve eserleri denerse, daha çok zevk aldığı şeyleri bulabilir.

İkinci bir yanıt, insanın kurgularda sadece zevk değil fakat aynı zamanda bir anlam da aradığıdır. Daha farklı, “daha kaliteli” işler ararken, hayatta ona yardımcı olacak eserler bulabilir. Olaylara daha önce bakmadığı bir açıdan bakmasını sağlayacak, ona yardımcı olacak veya onu daha iyi birisi haline getirecek bir şey bulabilir.

Üçüncü cevap, kimi sanat eserlerinin “objektif” olarak daha üstün olduğu ve insanın bu “objektif” olarak daha iyi eserleri anlamak için çabalaması gerektiğidir. Burada sunduğum iddialar içerisinden en tartışmalı olanı budur. Binlerce yıldır, sanatın nesnelliği tartışılıyor ve bu konuya burada girmeyeceğim. Ancak cevabı ne olursa olsun, ister iki uçtan birinde veya arada bir yerde olsun, düşünmeye değer bir konu olduğunu belirtmeliyim.

Dördüncü ve son cevap, eleştiri yapmanın kendi başına zevkli olduğu, bir oyun gibi olduğu, hatta -Nabu’nun da belki katılacağı şekilde- kişinin mental yeteneklerini geliştirdiğidir. Ne de olsa, insanın oturup arkadaşlarıyla sohbet etmesi, belli konuları tartışması eğlenceli bir şey. Lakin şunu da belirtmek gerekiyor. Bir alandaki bilgi ve analiz yeteneği, zorunlu olarak başka bir alana aktarılacak diye bir şey yok. Belli bir alanda çok zeki ve bilgili olup, hayatının başka alanlarına bu analitik yetenekleri uygulayamayan insanları hepimiz görmüşüzdür.

Yıkıcı Eleştirellik

Bu dört yaklaşım, benim eleştirinin önemi üstüne şöyle bir düşününce aklıma gelen cevaplardır. Şimdi, başka bir soru soruyorum: eleştirellik her zaman yararlı mıdır?

Bu konuda oldukça fazla şüphelerim olmasa bu yazıyı yazmayacağım bariz olduğu için, aksine katılıyormuş numarası yapmayacağım. Ancak şunu belirtmekte fayda var, benim burada yaptığım eleştirelliğe değil, yıkıcı eleştirelliğe veya eleştirellik adı altında yapılan başka şeylere saldırmak olacak.

Farazi bir örnekle başlayalım. Bir arkadaşınız olduğunu düşünün, adı Göksel olsun. Kendisiyle sürekli olarak eğlence sektörünün verdiği eserler hakkında tartışıyorsunuz ve görüşlerine değer veriyorsunuz. Ancak ne zaman sevdiğiniz bir eserden bahsetseniz, Göksel bu eserin sevdiği veya iyi bulduğu yanlarından bahsetmek yerine, onu kendince eksiklerine ve yanlışlarına odaklanarak eleştiriyor. Sadece eksiklerinden bahsediyor. İçinizde bir ukde kalmıyor mu, keyfiniz biraz da olsun kaçmıyor mu? Hatta belki de, böyle bir olayın sürekli tekrarlandığını görüyorsunuz ve bir süre sonra Göksel ile bu konuları konuşmak istemez hale geliyorsunuz.

Örneği biraz daha genişletelim. Göksel’in bir kişi değil fakat birçok kişi olduğunu ve ortamın bir internet alanı olduğunu varsayın. Ne zaman sevdiğiniz bir şeyden bahsetseniz, bir grup insan çıkıyor ve sevdiğiniz şeyin ne kadar kötü olduğunu, ne kadar takip edilemez olduğunu, bunu sevenlerin ne kadar kaliteden anlamaz kişiler olduğunu söylüyor. Böyle bir durum, elbette oldukça moral bozucu. Ancak pek çok internet aleminde olan tam da budur. Siz zevk aldığınız veya bir anlam bulduğunuz bir şeyden konuşmak isterken, negatiflik saçan insanlarla karşılaşıyorsunuz ve hevesiniz kaçıyor.

Üçüncü bir örnek verelim. Diyelim ki yıllardır böyle grupların içinde bulunuyorsunuz ve aktif olarak onların parçası olmaya devam ediyorsunuz. Devamlı bir fikir bombardımanı içinde kalıyorsunuz. Sürekli olarak, A filminin ne kadar kötü olduğunu, B animesinin ne kadar leş olduğunu, C oyununun ne kadar geçmişe hakaret olduğunu okuyor ve duyuyorsunuz. Böyle bir ortamdan etkilenmeden çıkabilmek mümkün olmadığı için, yavaş yavaş, siz de bu görüşleri benimsemeye başlıyorsunuz. Sonuçta, oldukça fazla kişi bunları söylüyorsa daha doğru olmalılar. Hele fikrine önem verdiğiniz gruplar veya kişiler bunları söylüyorsa! Böylelikle, siz de, yavaş ama kararlı bir şekilde, bu sürünün bir parçası haline geliyorsunuz. Artık kendi tükettiğiniz şeylerden zevk almaz hale geliyorsunuz. Zevk alsanız bile, aklınızın arkasındaki bir ses sürekli olarak bunların yeterli olmadığını söylüyor. Belki de, belli şeyleri sevdiğiniz için kendinizden utanıyorsunuz ve onları sevdiğiniz için neredeyse özür diler bir tavırda konuşuyorsunuz.

Ne oldu? Bu noktaya nasıl gelindi?

Öncelikle, şunu belirtmekte fayda var. Bu üç örnek birbiriyle aynı değildir. İlk durumda bir utandırma veya suçlama tarzı bir şey yokken, ikinci ve üçüncü örneklerde böyle bir durum mevcuttur. Bunu demiş olmakla beraber, bu üç tavrın da ortak bir sorunu var. O da, yıkıcı eleştirellikten başka bir şey değil. Eleştiri normalde sadece eksilere odaklanmaz, hem artıları hem de eksileri değerlendirmesi gerekir. Düzgün eleştiri bu şekilde yapılır. Buna kanıt sağlayacak olursam, TDK’ya göre, eleştiri, “bir konuyu doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek amacıyla inceleme işidir.” Cambridge Sözlüğü’ne göre, eleştiri, “bir şey veya birisi, özellikle kitaplar, filmler vb. hakkında iyi ve kötü özellikleri belirten fikir veya yargı belirtme eylemidir.” Oysa, şu veya bu sebepten dolayı, bu üç örnekteki kişilerin hepsi, eğlence alanlarıyla ilişkilerini yıkıcı bir şekilde kurmuştur. Eleştirinin sadece yıkıcı kısmını, sadece kötü özelliklere odaklanan kısmını almışlardır. Böyle bir eleştiri bir şey yaratmaz, sadece var olanı, yaratılmış olanı “şurası eksik, burası yanlış” diye analiz eder. Bu yüzden, eksiktir.

Yıkıcılık, zorunlu olarak kötü bir şey değildir. İnsanın kullandığı zihinsel araçlardan birisidir. Felsefede, bilimde, sanatta ve daha başka pek çok alanda kullanılmaktadır ve doğru şekilde yapıldığında, doğru dozda olduğunda yararlı bir şeydir. Lakin, bana göre, yapıcılığa karşı orantısız bir şekilde fazla olan yıkıcı eleştirellik, bir mutsuzluk kaynağıdır. Örneğin, okuduğu mangaların iyi, zevkli veya anlamlı yanlarından bahsetmek yerine, sürekli olarak onların kötü, eksik ve yanlış yanlarına odaklanan bir insan, kendisini mutsuzlaştırıyordur.

Yukarıdaki paragrafta ortaya attığım iddianın, sadece eğlence alanlarında değil, genel olarak hayat için geçerli olduğunu düşünüyorum. Hayatta sadece yıkıcı eleştiri yapmak, hayatın sadece yanlış ve eksik taraflarına odaklanmaktır. Oysa insanın yıkıcılığa olduğu kadar, yapıcılığa da ihtiyacı var. Bu, hayatın var olan küçük veya büyük kimi yanlarını takdir etmek olabilir. Geleceğe dair kişisel ve/ya toplumsal bir hedefe sahip olmak ve onu gerçekleştirmeye çalışmak da olabilir. Başka bir şey de olabilir. Bu sebeple, eğlence alanlarından bahsederken, işin sırf eksik ve yanlış yanlarına odaklanmak, başka bir deyişle sırf yıkıcılığın pençesinde kalmak, kişinin kendisini ve çevresini daha mutsuz hale getiren bir şeydir.

“Eleştirellik” ve İçselleştirme

Bir önceki kısımda verdiğim ikinci ve üçüncü örnekte, yıkıcı eleştirelliğin yanısıra, başka bir ortak yan daha var. Bu da, belli eserleri seven insanları, bu eserleri sevdikleri için suçlamak ve utandırmaktır. Böyle bir davranış, oldukça kurnaz ve toksik bir şekilde, insanların pozitif duygularını negatif bir kendinden utanmaya, hatta aşağılık duygusuna, kişi “yeterli olamadığı” için bir yetersizlik ve suçluluk duygusuna çevirmektedir. İnsanı, onu suçlayan ve utandıran kişi ile kitlenin istediği kalıba sokmaya çalışmaktır. İşin daha vahim yanı, bunun, suçlanan kişinin, suçlayanların değerlerini içselleştirerek yapmasıdır. Örneğin, üçüncü örnekte, bu toksik kitle arasında çok uzun süre kalan kişinin, zamanla onlardan birisi haline dönüşmesinden bahsetmiştim. Bu, klasik bir içselleştirme örneğidir. Bir şeyi -özellikle değer verdiğimiz gruplar ve kişilerden- çok fazla duymak ve okumak, o fikrin doğru olduğuna inanmamıza yol açar.

Daha fazla ilerlemeden şunu belirteyim. Bütün bu kişiyi olumlayıcı laflarıma rağmen, her zevkin, beğeninin ve fikrin olumlanması gerektiğini düşünmüyorum. Özellikle başkalarına zarar veren fikirleri olumlamaya karşıyım. Bu yüzden, burada bahsettiklerim, belli bir medeni çerçeve içerisinde ele alınması gereken şeylerdir.

Sonuç olarak, “eleştirellik” adı altında, insanın kendisinden utanan ve başkalarının fikirleri tarafından köleleştirilmiş birisi olmasına yol açan söylemlerde bulunuluyor. İnternetin sonsuz, öfkeli, kinik ve nefret dolu çığlıkları arasında, böyle insanları hepimizin görmüş olduğunu düşünüyorum. Belki onlardan birisi de olduğumuz oluyor. İçselleştirme tehlikesi her zaman var ve hiçbirimiz bu mekanizmaya bağışık değiliz. Belki de, bu yüzden, insanın içerisinde bulunduğu ortamları ve konuştuğu kişileri iyi seçmesi gerekiyor.

Karamsarlık ve Tepkisellik

Bu kısımda, şu ana kadar anlattıklarımla bağlantılı iki durumdan bahsedeceğim. İlki, bilmediğim bir sebepten dolayı Türkiye’de çok fazla kişinin sahip olduğu bir önyargıdır. Bu önyargıya göre, bir insan ne kadar yıkıcıysa, ne kadar karamsarsa o kadar zeki ve haklıdır. Neden bu önyargı bizim ülkemizde oldukça yaygın bir şekilde bulunuyor bilmiyorum fakat üstüne azıcık bile düşününce ne kadar yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Örneğin, Nietzsche, karamsarlığa ve nihilizme oldukça düşman olan bir entelektüeldir ve tarihin en büyük filozoflarından birisi olarak görülmektedir. Nihilizmi sadece yıkıcı bir güç olarak görmüş, bu yüzden ona karşı bir cevap oluşturmuştur. Hayatı olumlamayı savunmuştur. Başka bir örnek verecek olursam, pek çok insan, insan doğasının ne kadar vahşi ve bencil olduğunu söyleyen kişilere inanılmaz zekiymiş ve dedikleri “objektifmiş” gibi bakar. Oysa insan doğasının işbirlikçi ve özgeci yanı da bilimsel olarak ortaya konmuştur (Tomasello vd., 2012; Coelho ve McClure, 2016; McAuliffe vd., 2017; Koomen ve Herrmann, 2018; Apicella ve Silk, 2019; Henrich ve Muthukrishna, 2021). Bu yapıcı yan, insanlığın yıkıcı yanına odaklanan kişiler tarafından gözardı edilir. Kim bilir, belki de bu olumsuzluğa fazla vurgu yapan önyargı, psikanaliz ve benzeri, insan kişiliğinde ve düşüncesinde sürekli bir art niyet ve kötü yan arayan eski düşünce akımlarının mirasıdır (bilmeyenler için, psikanaliz büyük oranda psikoloji biliminde artık ekarte edilmiştir (Paris, 2017)). Bağlayacak olursam, bu karamsarlık ve yıkıcılığı olduğundan fazla haklı ve üstün gören önyargı, yıkıcı eleştirelliğin saygı görmesine ve sürdürülmesine katkı yapıyor olmalı.

Bahsetmek istediğim ikinci durum, tepkisel bir popülerlik düşmanlığıdır. Şöyle bir düşünün. Sırf popüler diye bir şeyi kötü ve kalitesiz gören kaç kişi gördünüz? Kaç kez kendiniz böyle bir davranışta bulundunuz? İtiraf edecek olursam ben bunu yaptım. Oysa bu düşünce oldukça sorgulanabilir bir şeydir. Öncelikle, popüler olan bir şeyin zorunlu olarak kalitesiz olduğunu gösteren bir şey yoktur. Örneğin, klasikler diye bir edebiyat dizisinin var olması bile bu iddiayı sarsmaya yeterdir. Başka bir örnek olarak, Türkiye’de Amazon’un 2021’de en çok sattığı kitaplara baktığımızda, listenin oldukça fazla kaliteli ve klasik eserle dolu olduğunu görüyoruz. İkinci olarak, sanat, belki tamamen öyle olduğu söylenemese bile, oldukça öznel bir şeydir. Bu yüzden “nesnel olarak daha üstün olmak” oldukça tartışılabilir bir şeydir. Üçüncü olarak, sırf genel toplum bir şey yapıyor diye onun aksini yapmak, genelin yaptığı şeyi yine düşüncenizin merkezine yerleştirmektir. Başka bir deyişle, Nietzsche’den esinlenecek olursam, eğer A grubu X’i seviyor diye X’i sevmiyorsanız, bu düşüncenin merkezindeki şey sizin ne sevdiğiniz değildir. A grubunun ne sevdiğidir. Yani, özgür ve bağımsız olacağım derken, oldukça ironik bir şekilde, insan kendisini bu sevmediği grubun düşünsel kölesi haline getirmektedir. Onu kendi düşüncesi ve davranışlarının merkezine almaktadır. Kendi sevdiği şeye önem vermek yerine, başkalarının sevdiği şeyi sevmemeye veya başkalarının sevmediği şeyi sevmeye odaklanmıştır.

Bahsettiğim bu durumdaki insan, sandığı gibi bağımsız değildir. Sevmediği kitleye göbekten bağlıdır. Kendi sevdiği şeye evet diyen bir yaklaşım yerine, başkasının sevdiği şeye hayır diyen bir yaklaşımı benimsemiştir. Yani düşüncesini, kendisini olumlamak yerine, başkasını olumsuzlamaya adamıştır.

Son

Yıkıcı eleştirelliğin, yazının ilk kısmında açıkladığım sebepleri karşılamadığını görebiliyoruz. İlk olarak, sadece yıkıcı kısımda kalmak, kişinin tükettiği eserlerden aldığı zevki arttırmıyor. Hatta tam tersine, onu düşürüyor. İkinci olarak, tüketilen şeylerin sadece eksilerine odaklanmak, onların kişiye katacağı herhangi bir anlamı ve yararı da azaltıyor veya önlüyor. Üçüncü olarak, sadece yıkıcı eleştiri, eserlerin artılarını görmeyi engelliyor ve bu yüzden daha kaliteli işler bulmayı engelliyor. Aynı zamanda daha tarafsız ve “objektif” bir bakış açısının oluşmasını engelliyor çünkü eleştirinin sadece bir tarafını alıyor. Dördüncü olarak, kişinin tartışmalardan aldığı zevki azaltıyor veya sınırlıyor. Aynı zamanda, kendisini eksik geliştirmesine, yıkıcı tarafa fazla odaklanmasına da yol açıyor. Bu sebepler dolayısıyla, sadece yıkıcı olan eleştirelliğin, yazının başında bahsettiğim ve eleştiriyi önemli kılan etmenlere karşı olduğu görülebilir.

Peki insanlar, bütün bunlara rağmen, bunu neden yapıyor olabilir? Bu ayrı bir konu fakat aklıma gelen kimi noktalardan bahsedeceğim. İlk olarak, bahsettiğim gibi, insan taklit eden ve etrafına uyum sağlayan bir canlıdır. Özellikle fikrine önem verdiğimiz kişilerin ve önem verdiğimiz, parçası olarak hissettiğimiz grupların fikirleri bizi daha çok etkiliyor. İkinci olarak, bir sebepten dolayı, en azından önemli bir kitlede, karamsarlığı ve yıkıcılığı üstün gören bir önyargı var. Bunun sebebi oldukça fazla şey olabilir: kişinin kendi yaşadığı psikolojik olayların onu koşullaması; önceki nesillerin yaşadığı travmaları sonraki nesillere aktarmaları, böylelikle onları daha karamsar bir dünya görüşüne sahip şekilde yetiştirmeleri; bir sebepten dolayı geçmişte çıkmış düşünsel akımların insanları karamsar düşünceleri daha önemli görmeye itmesi; ülkemizin içinden geçtiği koşullar. Sebepler çoğaltılabilir. Lakin sebebi ne olursa olsun, yapmak istediğim şey bu davranışta bulunan kişileri utandırmak değil. Dediğim gibi, hepimiz bu yıkıcı eleştirelliğin pençesine düşebiliriz. Ancak bu, onun bize veya başkalarına yararlı olduğu anlamına gelmiyor. Kim bilir, belki de bu kişiler, kendi hayatlarındaki olumsuzlukları eleştirilerine yansıtarak ifade ediyorlar. Belki bu bir noktada rahatlatıcı geliyor. Ancak geniş açıdan bakıldığında insanın hayat kalitesini daha kötü hale getiren bir şey olduğu görülebiliyor.

Referanslar

Tomasello, M., Melis, A. P., Tennie, C., Wyman, E., Herrmann, E. (2012). Two key steps in the evolution of human cooperation. Current Anthropology, 53(6), 673-692. doi:10.1086/668207

Coelho, P. R., McClure, J. E. (2016). The evolution of human cooperation. Journal of Bioeconomics, 18(1), 65-78. doi:10.1007/s10818-016-9213-z

McAuliffe, K., Blake, P., Steinbeis, N. et al. (2017). The developmental foundations of human fairness. Nat Hum Behav 1, 0042. doi.org/10.1038/s41562-016-0042

Koomen, R., Herrmann, E. (2018). An investigation of children’s strategies for overcoming the tragedy of the commons. Nat Hum Behav 2, 348–355. doi.org/10.1038/s41562-018-0327-2

Apicella, C. L., Silk, J. B. (2019). The evolution of human cooperation. Current Biology, 29(11). doi:10.1016/j.cub.2019.03.036

Henrich, J., Muthukrishna, M. (2021). The origins and psychology of human cooperation. Annual Review of Psychology, 72(1), 207-240. doi:10.1146/annurev-psych-081920-042106

Paris J. (2017). Is Psychoanalysis Still Relevant to Psychiatry?. Canadian journal of psychiatry. Revue canadienne de psychiatrie, 62(5), 308–312. https://doi.org/10.1177/0706743717692306

Feindbild Yazar:

Buradaki ve başka yazılarımı da içeren kendi sitem: https://otegezen.wordpress.com/

6 Yorum

  1. Cengiz
    1 Eylül 2021
    Yanıtla

    Elinize sağlık.

    Güzel bir yazı olmuş,teşekkür ederim.

    • Feindbild
      2 Eylül 2021
      Yanıtla

      Çok teşekkürler 🙂

  2. LuLu
    4 Eylül 2021
    Yanıtla

    Kafama taş yemiş gibi hissettim okurken.
    İyi yerlere gönderme yapan, hayatın geneline yansıtılabilecek bir makale.
    Emeğine sağlık

    • Feindbild
      5 Eylül 2021
      Yanıtla

      Teşekkürler 🙂

  3. Kriyus
    19 Eylül 2021
    Yanıtla

    Bir de bunun sevdiği şeyi sürekli öven ve kötü taraflarını bile kabul etmeyen tarafı var ama sanırım yıkıcı tarafı daha popüler. Yıkıcı tarafada daha bir çok yönden bakılabilirmiş gibi hissettim mesela sevdiği animeyi övmek için diğerlerini gömenleri örnek gösterebilirim. Ama iyi yazı olmuş eline sağlık.

    • Feindbild
      20 Eylül 2021
      Yanıtla

      Teşekkür ederim ve evet, dediğin örnekler de doğru.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir