Bleach’i Anlamak: Ölüm, Hayat ve Üstün Gelme

“Ölümün hayatın tersi olduğu deyişine karşı dikkatli olalım. Canlı sadece bir ölü türü ve oldukça nadir bir tanesidir.”

– Friedrich Nietzsche

Zaman sarkacı bir ileri bir geri sallanıyor ve yıllar geçiyor. Farklı bir dünyada başlamış olan bu yazı dizisi, beklenmedik bir şekilde yeni bir meyve veriyor. Ölüm, hayat, korku, cesaret ve felsefe üstüne bir meyve. Duyabiliyorum akla ilk geleni: çok şey söylenmedi mi bu konuda? Evet… ama her zaman eksik bir şeyler kaldı. Ana hatlar elimizdeydi, çarklar parmaklarımızın arasındaydı fakat anlam bizden kaçıp gitmişti. Kimi denemeler olsa da, hiçbirisi tam giyilemedi. Her zaman için, sıyrılıp giden bir şeyler oldu. Şu ana kadar.

Gelin, irfan arayanlar, beraber insanı ve hayatı sorgulayalım. Ölümden, yaşamdan, güçten ve kozmik dehşet karşısındaki ebedi mücadeleden dem vuralım. Gelin, ölümün kemik donduran beyazlığı karşısında, bize yaşamın sıcak nefesini bahşeden hikayelerimizden bahsedelim. Cesaret bizi kutsasın ve soğuk rüzgar karşısında hiç yalnız bırakmasın.

[Bu şarkı yazarın kendi diyarında da söylenmiştir.]

Güç İstenci

Friedrich Nietzche, felsefeyle azıcık bile ilgisi olan kişilerin hemen hepsinin duyduğu bir isimdir. İsmini bilmeseniz bile, onun “Öldürmeyen şey kuvvetlendirir,” lafını duymuşsunuzdur. Kendisini nihilizmle ve çaresizlikle mücadele etmeye, onlara üstün gelmeye adamış bu filozof, Bleach’in hikayesini anlamak için ana başvuru kaynağımız olacak. Nietzsche’nin felsefesi, oldukça ilginç bir şekilde, Bleach’e oldukça aydınlatıcı bir ışık tutuyor ve onu anlamlandırmamızı sağlıyor.

Nietzsche’nin felsefesinin temel noktası nihilizmdir. Bununla alakalı olarak birkaç gözlemde bulunmuştur. İlki, insanların dünyada nesnel bir doğru olduğuna inandığıdır. İkincisi, bu nesnel doğrunun ahlaki ve anlamsal düzleme de yansıdığıdır. Yani insanlar hem nesnel bilginin varlığına inanmakta hem de nesnel olarak ahlaki doğrunun varlığına inanmaktadır. Aynı zamanda, insanların büyük çoğunluğu, bu nesnelliği Tanrı fikrine dayandırmaktadır. Bu sebeple, Tanrı fikrinin, yani dini inancın gücünü kaybetmesi, onun için oldukça temel bir konu olmuştur. “Tanrı öldü,” lafı ile bunun önemine vurgu yapmıştır. Demek istediği, Tanrı fikrinin artık ciddi derecede sorgulanabilir ve savunmaya çekilmiş bir şey olduğudur. Bunun getirisi olarak, insanlar hayatlarındaki nesnelliği kaybedecektir. Nesnelliğin kaybıysa insanların hayatındaki anlamın kaybına yol açacaktır. Nietzsche’nin öngördüğü nihilizmin bir sebebi budur. Buna nihilist çözülme diyelim.

Nietzsche’nin diğer bir gözlemi, insanların birçoğunun ideallerini bu dünyaya değil, öbür dünya inancına yüklediğidir. Örneğin, bu kişiler, bu dünyada bir huzur veya adalet bulma gibi isteklerinin gerçekleşemeyeceğini düşünerek, bunların gerçekleşeceği bir öbür dünyayı hayal etmiştirler. O zaman, bu öbür dünya inancı yanlışsa, onların bu ideallerini asla gerçekleştiremeyecekleri anlamına gelmektedir. Bu da bir çaresizliğe yol açmaktadır.

Bu iki nihilizm çeşidi, hayatı tehdit etmektedir. Nihilist çözülme, insanın artık üstünde duracağı bir zemin olmadığı anlamına gelmektedir. Nihilist çaresizlikse, kişi hala bir nesnelliğe inansa bile, artık ideallerinin asla gerçekleşemeyeceği anlamına gelmektedir. Böylelikle, hayata olan bağlılık sarsılmaktadır ve bu oldukça ciddi meseledir. Zira, Nietzsche’nin mücadele ettiği haliyle nihilizm, “hayatı yaşamaya değer görmemeyi” kastetmektedir. Nihilizmin farklı tanımları olsa da, Nietzsche’nin karşı çıktığı formu bu olmuştur.

Bilinmesi gereken diğer bir şey, Nietzsche’nin bir perspektivist (bakış açısıcı) olduğudur. Dünyada nesnel bir doğru olduğuna inanmaz. Bunun yerine, sadece farklı perspektifler olduğunu savunmuştur. Buradan, Tanrı fikrinin doğruluğunun onu ilgilendirmediği görülebilir. Onu sadece bir bakış açısı olarak görmüştür. Bununla beraber, bu yaklaşım bize bir zorluk çıkarmaktadır. Eğer dünyada sadece göreli perspektifler varsa, hangi perspektifi seçmek gerektiği nasıl anlaşılacaktır?

Filozofumuz, bu sorunu oldukça ilginç bir şekilde ele almıştır. Bir perspektifi olumsuzlamak için, onun dışına çıkmak gerektiğini savunmuştur. İçinde bulunduğumuz varoluşsa, “hayat” perspektifinin asla dışına çıkamayacağımız manasına gelmektedir. Bunu yapmak, Nietzsche’ye göre, delilikten başka bir şey değildir. Yani, hayatı olumlayan bir perspektife sahip olmalıyız. Bunun diğer bir desteği, bir perspektifin doğru olması ve faydalı olması arasında ayrım yapmasıdır. Yani, sahip olduğumuz bakış açısı “nesnel” olarak doğru olmasa bile, bize faydalı olabilir. Bu da, yine, hayatı olumlayan perspektifleri seçmeyi getirmektedir. Böylelikle, Nietzsche, göreliliğin içinde bile bir zemin bulmuştur.

Peki hayatı nasıl olumlamalı? Bu noktada, Nietzsche, hayatın özünde güç istenci (Wille zur Macht) yattığını öne sürmüştür. Kendisinin öncülü olan filozof Arthur Schopenhauer, hayatın temelinde yaşama istenci (Wille zum Leben) olduğunu öne sürmüştü. Nietzsche buna karşı çıkarak, hayatı pahasına eylemlere atılan kişileri örnek vermiş ve bu kişilerin bunu yapmasının sebebi olarak güç istencini göstermiştir. Peki Nietzsche’nin kastettiği şekliyle güç istenci nedir? Bunun hakkında pek çok farklı açıklama yapılmıştır. Sebebi, Nietzsche’nin felsefesinin karmaşık olması ve sık sık, anlaması zor aforizmalara başvurmasıdır. Ben bu yazıda, filozof Bernard Reginster’ın yorumunu takip ediyorum.

Reginster’a göre, Nietzsche’nin güç istenci, bir zorluğa üstün gelmeyi (Überwindung) kastetmektedir. Ancak güç istenci kendi başına bir amaç değildir. Birinci seviyede olan başka istekler vardır ve güç istenci, bunlara dahil olan ikinci derecede fakat bağlayıcı olan bir istektir. Şöyle açıklayalım. Örneğin, elimizde sürekli olarak öğrenen birisi olsun. Onun öğrenme isteği, birinci dereceden bir istektir. Lakin güç istenci, onu sürekli daha fazla ve hatta belki daha karmaşık şeyler öğrenmeye iterek, onun bu isteğiyle beraber çalışmaktadır. Yani güç istenci tek başına çalışmaz. Onun birlikte çalışacağı başka istekler bulunması gerekir. Başka bir örnek olarak bir müzisyen verilebilir. Ömrünü müziğe adamış bu kişinin istenci müziği sevmesinden gelmektedir. Lakin güç istenci, daha farklı, daha kaliteli, daha yeni besteler aramasına sebep olmaktadır. Kendisini zorlamasına ve kendisine üstün gelmesine (Selbstüberwindung) yol açmaktadır.

Bu “üstün gelme” ve “kendine üstün gelme” kavramları, Nietzsche’nin felsefesinde temel yerlere sahiptir. Güç istenci onlar aracılığıyla vuku bulmaktadır. Belli istençlerimiz doğrultusunda kimi hedefler kovalarız ve güç istenci, bu istençleri kovalarken kendimizi zorlamamızı ister. Zorluklarla karşılaşır ve onlara üstün geliriz. Yani güç istenci belli bir sonu arzulamaz ve söndürülemez. Hayır, o, zorluğa üstün gelme aktivitesinin kendisini arzular. Bunu şöyle düşünebilirsiniz. Kaç kere, hayatınızda belli bir hedef koyup, onun uğruna çabaladıktan sonra, bu hedefe ulaştığınızda onun mutluluğunun çok da uzun olmadığını fark etmişsinizdir? Bunun ardından yeni bir hedef, uğruna çabalanacak başka bir şey arama isteği gelmiştir. Nietzsche’ye göre, bunun sebebi güç istencidir.

Son olarak, Nietzsche, hayatın temelinde güç istenci olduğunu düşündüğü için, var olan bütün değerleri bu perspektiften değerlendirmiştir. Bunun sebebi, sahip olduğumuz değerlerin eşit olmadığını düşünmesidir. Yazı başında bahsedildiği gibi, kimi değerlerin sonunun nihilizme varacağını düşünmektedir. Bu açıdan, güç istencini reddettiğini veya çarpıttığını düşündüğü değerleri eleştirmiş ve onu olumladığını düşündüğü değerleri övmüştür.

Bu bölüm için kaynak: Reginster, B. (2009). The Affirmation of Life: Nietzsche on Overcoming Nihilism. Harvard University Press.

Ölüm Korkusu ve Üstün Gelme

Bleach’i bu bakış açısından incelemeye, Ichigo’nun motivasyonuyla başlıyoruz.

“Babam bana ismimin ‘koruyan kişi’ anlamına geldiğini söyledi. O zaman düşündüğümü hatırlıyorum, beni her zaman koruyan annemi korumak istediğimi.”

“Başta sadece annemi korumak istedim. Ardından kız kardeşlerim doğdu ve onları da korumak istedim. Bu yüzden dojoya gitmeye başladım. Ve gittikçe daha çok kuvvetlendikçe, daha ve daha fazla insanı korumak istedim.”

Yukarıdaki sahnede, Ichigo’nun oldukça genç bir yaştan itibaren insanları korumak istediğini görüyoruz. İlk başta annesiyle başlıyor, daha sonra kardeşleri de buna dahil oluyor, derken bu tanımadığı insanlara da uzanıyor. Örneğin, yukarıdaki sahnede, Ichigo’nun ileri atılmasının sebebi, küçük bir kız olduğunu düşündüğü kişinin kendisini aşağı attığını veya düştüğünü zannetmesi ve onu durdurmaya çalışmasıdır. Başka bir deyişle, bu özgeci koruma istenci, oldukça erken bir yaştan itibaren Ichigo için temel bir yere sahip oluyor. Hatta serinin tamamı düşünülürse, onun için hayattaki en kuvvetli istenç diyebiliriz. Ichigo, bugüne kadar gerçekleştirdiği bütün savaşları, ana olarak, birilerini korumak için verdi. Bunlar kimi zaman insandı, kimi zaman shinigami’ydi, kimi zamansa hollow’du. Lakin her zaman için onun ana itkisinin koruma isteği olduğunu söyleyebiliriz.

Bu, Ichigo’nun birincil istenci oluyor.

Bunu yapmak için, Ichigo’nun elbette güce ihtiyacı vardı. Lakin Ichigo’nun bu güce olan arzusu basit bir şey değil. Vaizardlarla eğitimi sırasında, Ichigo’nun içindeki Hollow’la olan konuşmasını hatırlayın. Bu konuşma sırasında, zihni onunla Zaraki formunu alıp konuşuyordu.

“Sen savaş arıyorsun. Güç arzuluyorsun! Bu doğru değil mi, Ichigo?! Güç arayan herkes aynı zamanda savaş aramalıdır! Güç elde etmek için mi savaş ararız, yoksa tam tersi mi? Kim bilir? Fakat! Bildiğim bir şey, savaşma arzusuyla doğduğumuz!”

“Sonsuza dek savaş aramak için doğduk, Ichigo! Sen içgüdüsel olarak savaş arıyorsun çünkü güç elde etmenin tek yolu budur. Savaş, Ichigo! Fethetmek istiyorsan, kılıcını al ve düşmanını öldür. Önünde veya ardında başka yol yok, Ichigo!!”

Burada, Ichigo’nun içinde bir güç istenci olduğunu görüyoruz (bu da onun ikincil istenci oluyor). Bu güç istencinin parçası olarak da, savaşlar arıyor. Nietzsche’nin felsefesinde bahsettiğim “üstün gelinecek zorluğu” bu savaşlar sağlıyor. Lakin Ichigo’nun içindeki bu savaş ve güç istenci aynı zamanda kendi başına da bir istenç. Sonuçta yukarıda, Ichigo’nun kendi ruhunun bir kısmı, onunla konuşuyor. Eğer Ichigo böyle bir parçaya sahip olmasaydı, ruhu ona böyle bir şey söyleyemezdi. Bu sebeple, seri içerisinde, Ichigo ve Grimmjow birbirine benzetiliyor. Grimmjow sadece savaşmak için savaşsa da, Ichigo’nun içindeki bu güç istenci içeren tarafla benzeşiyor.

Peki savaş tam olarak Ichigo’yu nasıl güçlendiriyor? Bunun için, öncelikle, Ichigo’nun Urahara’yla eğitimine bakıyoruz.

“Ruh enerjisinin en hızlı artışı, ruhun bir ölüm kalım durumuna konulduğundadır. Bu yüzden seni hayati bir tehlikeye soktuk.”

Demek ki ölüm kalım durumu kişinin gücünü arttırmasının en hızlı yolu. Peki neden böyle bir şey var? Bunun cevabını öğrenmek için, Aizen’e dönüyoruz.

“Evrim korkuya ihtiyaç duyar. Eğer durgun kalırsa kişinin yok olacağı korkusu.”

Başka bir deyişle, kişi bir ölüm kalım durumuna konulduğunda, ölüm korkusu ona motivasyon oluyor ve güçlenmesini sağlıyor. Yani güç istenci ve ölüm korkusu bağlantılı şeyler. Lakin bu güç artışı sadece korkarak gerçekleşmiyor. Bu konuda ne yapmak gerektiği hakkında seride sayısız örnek olsa da, en iyi örneklerden ikisini, Ichigo, Urahara ve Kenpachi’yle karşılaştığında görüyoruz. İlk durumda, Urahara’nın vahşeti ve öldürme arzusu karşısında, Ichigo korkup kaçıyor ve Babalık Zangetsu onunla konuşuyor.

“Neden kaçıyorsun, Ichigo? Hala beni çağırmadın. İleriye dön, Ichigo. Şimdi duyabiliyor olman gerekiyor. Kulaklarını tıkayan şey sadece korku.”

“Sadece tek bir düşman var ve tek bir sen varsın. Korkacak ne var? Korkunu terk et. İleri bak. İlerle. Tek bir santim verme. Kaç ve yaşlanacaksın. Kork ve öleceksin!”

“Hayır! Hayır! Hayır! Ölmek istemiyorum! Ölmek istemiyorum! Ölmek istemiyorum! Şu an ölemem! Henüz ölemem! Kalk! Hareket et! Kanı durdurmak gerek! Bırak tekrar savaşayım!”

“Rukia’yı kurtarmam gerekiyor!”

“Savaşmak mı istiyorsun?”

“Kazanmak mı istiyorsun? Yoksa yaşamak mı istiyorsun? Hangisi?”

“Kazanmak… istiyorum.”
“Seni duyamıyorum.”
“Sadece savaşmak için savaşmak anlamsız. Sadece hayatta kalmak anlamsız! Kazanmak istiyorum! Kazanmak istiyorum!”
“Pekala.”

Bu sahnede, şu ana kadar sunduğum şeylerin hepsini bir arada görüyoruz. Öncelikle, Ichigo’nun birincil bir istenci var: başkalarını korumak. Bu durumda, bu Rukia ve onunla beraber gelen arkadaşları oluyor. Ichigo bunu gerçekleştirmek için kuvvete ihtiyaç duyuyor. Bu kuvvetin artışıysa Ichigo bir ölüm kalım durumuna konulduğunda gerçekleşiyor. Bu durumda, bu Zaraki’nin onu ölümcül şekilde yaralaması oluyor. Bu konumdayken, Ichigo ölüm korkusuyla yüzleşiyor ve kendi koruma ile kazanma istenci sayesinde bu korkuya üstün geliyor. Böylelikle hem düşmanını yeniyor hem de güç kazanmış oluyor. Bu engeli aşmasıysa onun güç istencini (zorluğa -bu durumda savaştaki ölüm korkusuna- üstün gelmeyi arzulayan tarafını) tatmin etmiş oluyor. Aynı zamanda, “sadece hayatta kalmayı” reddetmesi, Schopenhauer’un yaşama istenci tezini reddettiğini gösteriyor.

Bu durumun sayısız örneği var derken şaka yapmıyordum. Ichigo’nun her bir savaşı bu formülü izliyor. Ichigo kendisinden çok daha güçlü bir düşmanla karşılaşır ve bu düşman onu korkutur. Lakin eninde sonunda Ichigo bu korkusuna üstün gelir ve düşmanını yener. Urahara’yla eğitimde bu gerçekleşiyor. Kenpachi’yle savaşında, birden fazla kez, bu gerçekleşiyor. İlki, arkadaşlarını hatırlayıp korkusunu yenmesi ve Kenpachi’yi kesebilmesiyle, ikincisiyse yukarıda attığım şekilde gerçekleşiyor. Ichigo’nun bankai eğitimi bile benzer bir şekilde gerçekleşiyor. Renji’yle savaşında yine ölüm kalım durumuna atılması sayesinde cesaret ve kararlılık buluyor. Grimmjow onu ezerek korkutmuşken, Orihime’yi koruma isteği ona gerekli cesareti veriyor. Ulquiorra’yla karşılaştığında en zor savaşlarından birisini veriyor ama koruma isteği, vahşi bir şekilde olsa da, onun kazanmasını sağlıyor (Mamoru!). İlginç bir şekilde, burada Ichigo’nun savaş için savaş istenci de ortaya çıkıyor ve Ulquiorra’yı adil bir şekilde yenmediğini düşündüğü için, Ulquiorra’ya olduğu gibi, kendisinin de kolunun ve bacağının kesilmesini istiyor. Sonuçta amacı sadece kazanmak olsa böyle bir şey istemezdi fakat Ichigo savaşın kendisine de önem verdiği için, böyle bir galibiyeti onursuz görüyor. Devam edersek, Aizen ile olan savaşta da bunu görüyoruz.

“Bütün saygımla, buradan uzaklaş. Henüz ölmek istemiyorsun, değil mi? Artık seninle ilgilenmiyorum. Kaptan Aizen bile seninle hayal kırıklığına uğrardı. Korkuyorsun, değil mi? Kaptan Aizen’den? Onu sezdin, değil mi? Kaptan Aizen’in gücünü?”

Ichigo bu noktada bir çaresizliğe düşmenin eşiğine geliyor. Ölüm korkusu onu pençesine almış durumda. Lakin…

“Aizen’in neden Soul Society’deki Karakura Şehri’ne gittiğini iyi düşün. Eğer gitmezsen, korumak istediğin kişiler ve diğer herkes, Karakura Şehri’ndeki herkes, Aizen’in elinde ölecek.”
“Baba…”

“Senkaimon’u aç.”

Bir kez daha, Ichigo’nun ölüm korkusunu, koruma isteği ve onunla birlikte çalışan güç istenci sayesinde yenmesini görüyoruz. Ichigo, bir kez daha, korkusuna üstün gelerek güç kazanıyor. Elbette, bu güç artışlarına sık sık eğitim veya bir taktik de eşlik ediyor. Lakin bu noktada hikayenin metaforsal kısmından bahsediyoruz. Bunun yanısıra, Ichigo’nun bir savaş sırasında taktiksel vs. bir değişiklik yapmadan, sadece korkusuna üstün gelerek güçlendiği pek çok durum da mevcut. Bu, korkuya üstün gelme teması, bunun neden gerçekleştiğini ve seride sabit bir motif olduğunu açıklıyor. Seri içinde de buna bir noktada değiniliyor. Yhwach, Ichigo’ya çaresizlikten bahsettiğinde, Ichigo şu cevabı veriyor.

“Çaresizliğe nolmuş? Onu gayet iyi biliyorum. Ona tekrar ve tekrar üstün geldim!”

Burada, çaresizlikten kastedilen ölüm korkusunun yarattığı çaresizlik hissi oluyor. Seri sonunda Aizen’in şu monoloğu da, şu ana kadar anlattıklarımı onaylıyor.

“Yhwach, istediğin dünyada kesinlikle korku var olmazdı. Lakin ölüm korkusu olmayan bir dünyada, insanlar umudu aramayacaktır. İnsanlar sadece hayatta kalarak sebat edeceklerdir. Ancak korkuyu uzakta tutarken sebat etmek tamamen farklı bir şey. Bu yüzden, insanların bunun için özel bir ismi var.”

“Ona cesaret diyorlar.”

Böylelikle, aynı Nietzsche’nin yaptığı gibi, serinin sonunda Schopenhauer’un yaşama istenci tezi reddediliyor. Hayır, deniliyor, sadece hayatta kalmak yetmez. Ölüm korkusuna üstün gelerek, bir şeyler yapabiliriz. Bu üstün gelme eylemi özeldir ve onun adı cesarettir. Bu üstün gelme hayatımıza anlam katar. Böylelikle, ölümün olduğu bir dünya haklı çıkarılmış oluyor.

Eğer Yhwach’ın istediği dünyanın neye benzediğini öğrenmek istiyorsanız şu yazıma bakabilirsiniz. Yhwach’ın Üç Dünya düzenini yok ederek Tek Dünya düzenine dönmeye çalışmasını ve böylelikle ölümü yok etme planını anlatıyor. Manga üstünden yola çıkarak da bu sonuca varılabilse de, Bleach: Can’t Fear Your Own World (Kendi Dünyandan Korkamazsın) light novel’ları bu yorumu doğruladı.

İki Düşman

Ichigo’nun güç istenci ve üstün gelmesi serinin içerisinde temel bir yere sahip. Sonuçta, serinin teması en yoğun olarak ana karakter üstünden işleniyor. Peki ya serinin iki büyük kötüsüne bakarsak?

Aizen Sōsuke

Aizen’in karakterini incelediğim bu yazıda ona dair pek çok detayı ve onları birleştiren bir analizi bulabilirsiniz. Aizen bir güç istenciyle hareket ediyor ve sınırlarına üstün gelerek, sürekli olarak yeni yükseklere erişmeyi amaçlıyor. Lakin bu güç istencini iten şey aslında onun aşkınlık istenci oluyor. Yani diğerlerinden daha yukarıda olma, sınırlanmama isteği. Başka bir deyişle, aşkınlık isteği. Bunu demiş olmakla beraber, bunlar Aizen’in Ichigo’ya kaybetmesini önlemiyor. Elbette, bunun teknik detayları olabilir. Ancak temasal olarak baktığımızda bunun sebebini şurada buluyoruz.

“Hey, Urahara, Hogyoku gerçekten Aizen’i reddetti mi? Babam bana dedi ki, Hogyoku etrafındakilerin kalplerini okuyup, dileklerini gerçekleştirebiliyormuş. Öyleyse, belki de Aizen, güçlerini kaybetmeyi diledi.”

“Onunla bir eşit olarak savaşacak kadar güç kazandıktan sonra, sonunda onun kılıcını savaşta hissedebildim. Eğer sıradışı güçlerle doğmuşsa, belki de şeyleri kendi bakış açısından görebilecek birisini arıyordu. Ve aramaktan vazgeçtiği an, belki de, kalbinin bir yerinde, sadece başka bir shinigami olmayı diledi.”

Bu noktada, Ichigo bize Aizen’in kaybetme sebebi hakkında ilginç bir açıklama sunuyor. Hogyoku, Aizen’in kaybetmesini sağlayarak, onun derin bir isteğini yerine getirmiş oluyor. Eğer bu açıklamayı doğru olarak kabul edersek, Aizen’in kaybetmesinin sebebi, güç istencinin yeterli olmaması oluyor. Yani, Ichigo’nun arkadaşlarını koruma isteği, Aizen’in aşkınlık isteğinden daha kuvvetliydi. Bu yüzden, Ichigo, daha kuvvetli bir forma ulaşabildi.

Bunu hem destekleyen hem de karmaşıklaştıran bir durum var. Bunun için, üçüncü databook UNMASKED’de Aizen’le alakalı söylenen şu kısımlara bakıyoruz.

Aizen’i Harekete Geçiren Neydi?

Gerçek 1: 神の高みへ
Gerçek 1: Bir Tanrının Yükseklikleri
藍染は霊王になり代わり、新しい世界を創造する。 その崇高な目的を果たす ”使者” として 、 自分は神 の域にある存在という意識が芽生えた。
Aizen Ruh Hükümdarı olmak ve yepyeni bir dünya yaratmak istedi. Kutsal bir “mesajcı” haline gelmek ve kendi hükmü altındakileri, O’nun varlığının farkına vardırmak istedi.

Gerçek 2: 孤独
Gerçek 2: Yalnızlık
誰よりも強かった藍染は、 誰にも理解されこと無い孤独の世界を抱えていた。 強き者故の孤独 は深く、 哀 しい。
Aizen herkesten daha güçlüydü ve bu yüzden, yalnızdı ve herkes tarafından yanlış anlaşılmıştı. Bu güçlü bir başına kalmışlık ile beraber gelen yalnızlık oldukça derin ve oldukça hüzünlü bir şeydi.

Burada, Aizen’in iki motivasyonu, başka bir deyişle iki istenci olduğu doğrulanıyor. Bir tanesi aşkınlık isteği, diğeri yalnızlığından kurtulma isteği. Serinin içerisinde edilen, Aizen’in hapsedildikten sonra daha bile güçlenmiş olabileceği yorumuyla birleştirilince, önümüze karmaşık bir tabla çıkıyor. Aizen gücünü kaybetmeyi istediyse, nasıl daha güçlendi?

Bu noktada, filozof John Richardson’ın Nietzsche’s System kitabında sunduğu bir yoruma değineceğim. Bu kitapta denilene göre, Nietzsche, kişinin içinde farklı istençler olduğunu belirtmiştir. Yine ona göre, bir istenç, diğer istençleri ne kadar kendisine katarsa, ne kadar onları kendi amacına hizmet eder hale getirirse, o kadar daha güçlenir. Aynı zamanda, böyle bütüncül bir sentez oluşturmuş bir kişi, kendi içerisinde çatışmalar süren ve farklı istençlerinden ortak bir sentez oluşturamamış birisinden daha kuvvetlidir. Aizen ve Ichigo’nun durumuna baktığımızda, bu yorumun uygun olduğunu görüyoruz. Ichigo’nun çok kuvvetli tek bir isteği, yani koruma isteği, varken, Aizen’in birbiriyle çatışan iki tane isteği var: aşkınlık ve yalnızlıktan kurtulma. Bu yüzden, farklı noktalarda farklı istekleri birbirine üstün geliyor. Örneğin, Ichigo’yla olan savaşında yalnızlıktan kurtulma isteği, onun kaybetmesine yol açarken, hapsolduğu dönemde aşkınlık isteği daha bile güçlenmesine yol açıyor.

Böylelikle, burada, hem Aizen’in kaybetmesinin sebebi açıklanıyor hem de Aizen hakkındaki yazıma bir güncelleme getirmiş oluyorum. İki farklı motivasyonun çatışması onun kompleksliğine bir katman daha katmış oluyor. Bunun yanısıra, o yazıda güç istenci diye bahsettiğim şeyi aşkınlık arzusuyla değiştirebilirsiniz. Bu yazıda sunduğum yeni perspektiften bakıldığında, güç istencinin, aşkınlık arzusunun gerçekleşmesini sağlayan şey olduğu görülebilir. Yani aşkınlık istenci birincil istenç, güç istenci ikincil istenç oluyor.

Yhwach

Yhwach’a baktığımızda, elimizdeki yorum çok daha basit ama serinin teması açısından oldukça önemli oluyor. Yhwach, en kısa şekilde açıklayacak olursam, ölüm korkusuna üstün gelemiyor. Yaşam ile ölümün bir arada bulunduğu Üç Dünya düzenini yok edip, yerine ikisinin bir arada bulunduğu Tek Dünya düzenini getirmek istemesinin sebebi budur. Şu sahneyi bir hatırlayalım.

“Yol mühürlendi, Ichigo. Korku olmayan bir dünyaya giden yol. Yaşayan Dünya. Soul Society. Hueco Mundo. Hepsi bir olmalıydı. Yaşam ve ölüm birleşerek bir olmalıydı.”

“Fakat bu artık mümkün değil. Senin sayende, Ichigo. Ne kadar hayal kırıklığına uğratıcı. Senin yüzünden, yaşam ve ölüm şekillerini koruyacak. Hayata sahip olan her şey şimdi sürekli ölüm korkusuyla yaşamaya devam edecek. Sonsuza dek.”

Bir kez daha, okumayanlar için, bu yazıyı öneririm. Detaylarıyla Yhwach’ın doğasını ve planı açıklanıyor. Okumayanlar için, Ruh Hükümdarı, Üç Dünya düzeninin dingil taşı olarak tarif edilmişti. Bu sistemi bir arada tutan şey. Bunun sebebi, üç dünya arasındaki ruh akışını sürdürmesiydi. Eğer dingil taşı çekilirse, bu düzen çöküyordu. Benim de dahil olduğum kimi yorumcular, Yhwach’ın yukarıdaki sözleri de göz önüne alınınca, bir önceki sistemin ölümün olmadığı bir Tek Dünya düzeni olduğunu öne sürmüştü. Bleach: Can’t Fear Your Own World light novel’larının üçüncü cildinde bu teori doğrulandı.

Bu açıdan bakıldığında, Yhwach’ın bütün gücüne ve aşkınlığına rağmen, ölümden inanılmaz derecede korktuğu ve bu korkusuna üstün gelemediği anlaşılıyor. Yani oldukça muhteşem güçlerle doğmuş olmasına ve bu güçlerini arttıracak kapasiteye sahip olmasına rağmen, zorlukları (ölüm korkusunu) aşmak için yeterli derecede bir güç istencine sahip değildi. Güç istencinden bu kaçışı, onun hayatı olumsuzlamasına yol açmıştı. Bu, Nietzsche’nin, güç istencinden kaçan kişilerin hayatın altını kazdığı yorumuyla uyuşuyor. Bu da, Yhwach’ın kaybetmesinin sebebi oluyor. Sahip olduğu değer kendi altını oyuyor.

Bu bilgiler ışığında, huzurunda ağız dalaşına giren askerlerinden birisini katlettikten sonra Yhwach’ın sarf ettiği şu söz anlaşılabilir.

“Çatışmayı sevmiyorum.”

Burada, Yhwach, doğruyu söylüyor. Çatışmayı, yani zorlukları, yani ölüm korkusuyla yüzleşmeyi sevmiyor. Bu korkuyla yüzleşmekten kaçındığı için hayatı olumsuzluyor.

Kapanış

Bütün bunlar, temasal ve metaforik olarak, Bleach’in hikayesinin ne anlattığını açıklıyor. İşin elbette diğer teknik boyutları da var. Bunlardan en önemlisi, hikaye içerisinde hangi koşulların, Ichigo’nun bu kadar güçlenme potansiyeline sahip olmasını sağladığı sorusudur. Bunun cevabıysa, Ichigo’nun bir aşkın varlık olma potansiyeline sahip olmasında yatıyor.

Bunun daha fazla örneği olsa da, şuralardan anlayabiliriz. Ruh Hükümdarı ve Yhwach aşkın varlıklar olarak doğmuş kişiler. Bunu kimi diğer şeylerin yanısıra, Yhwach’ın doğumundan beri gösterdiği güçlerden, Ruh Hükümdarı’nın rolünden ve Kendi Dünyandan Korkamazsın light novel’ında Ruh Hükümdarı’nın tarif edilişinden anlıyoruz. Aynı zamanda, Yhwach, başka bir aşkın varlık olan Ruh Hükümdarı’nın gücünü emerek, başka bir deyişle onu “yiyerek”, kendisini güçlendirmişti.

Ichigo’ya geldiğimizde, Aizen onun hakkında şunu söylüyor.

“Seni burada bırakıyorum. Bütün bunlar bittiğinde seni yiyebilirim.”

Burada, Aizen’in Ichigo’nun güçlenmesini istemesinin sebebini anlıyoruz. Onu semirtiyor ve güçleneceği koşulları yaratmaya çalışıyor ki, gelecekte onun gücünü emdiğinde kendisi daha da güçlü olsun. Bir dipnot olarak, Aizen’in kendi Hogyoku’suna Urahara’nın Hogyoku’sunu yedirmesi de benzer bir mantığa sahip. Anladığımız kadarıyla, Hogyoku ve aşkın varlıklar, sıradan varlıkların sınırlarını aşma gücüne sahip.

Peki Aizen’in aşkın varlık olduğu nereden biliniyor, diye sorulabilir. Seri içinde Kototsu’yu yok etmesi ve reiatsu’sunun hissedilememesi gibi olayların bunu göstermesinin yanısıra, doğrudan bir kanıt üçüncü databook UNMASKED’den geliyor.

「崩玉」 を従え超越した力を手に入れた統率者
尸魂界を裏切った元五番隊隊長。空座町とそこに住む人間の魂魄を使って ”王鍵” を創生しいうと画策した 。また「崩玉」 を自身に取り込み、全てを超越した ”存在” へとその身を変貌た。
Hogyoku’yu izlemiş ve aşkınsal güç edinmiş kumandan
5. bölüğün Soul Society’ye ihanet etmiş eski kaptanı. Karakura Şehri’nde yaşayan insanların ruhlarını kullanarak “Oken’i” yaratmayı planladı. Aynı zamanda “Hogyoku’yu” bünyesine alarak, kendisini her şeyi aşmış bir “varlığa” dönüştürdü.

Bunlar ışığında, sıradan birisinin, Ichigo’nun kazandığı zaferleri kazanamayacağı söylenebilir. Yani, evet, Ichigo ölüm korkusuna üstün gelerek güçleniyor fakat aynı zamanda hasımlarını yenecek potansiyele de sahip. Belki de, böyle bir yol izlenilmesinin sebebi, Ichigo’nun yaptığı mücadeleye başka açıdan mantıksal bir zemin hazırlanmasıdır. Yani, evet, korkuyla yüzleşmek ve ona üstün gelmek önemli bir şey fakat Ichigo’nun bütün zaferleri sadece bununla açıklanamaz. Bunu demiş olmakla beraber, bu aşkın varlık mevzusu, hikayenin temasının ve içerdiği metaforların gerçekleşmesini sağlayan arka plan oluyor. Yani, hikayenin anlamsal olarak anlattığı şey bu aşkınlık mevzusundan öte, ölüm korkusuna üstün gelme ve bunu sağlayarak yapılan ilerlemedir. Bu doğrudan bir şekilde hikayenin sonunda bile söyleniyor. İşin diğer bir boyutunda, Ichigo’nun kazandığı zaferlerin fiziksel bir temeli olması, onun ölüm korkusuyla defalarca yüzleşip ona üstün geldiği gerçeğini değiştirmiyor.

Son olarak şunu belirtmeli. Nietzsche’nin felsefesinden bakarak yaptığım bu Bleach okuması, Nietzsche’nin felsefesinin belli kısımlarının sadece bir yorumudur. Güç istenci, ölüm korkusuna üstün gelerek büyüme açısından yorumlanabilse de, tek yorumu bu değildir. Aynı zamanda, Nietzsche güçlü kişilerin “zayıflar” için kendilerini paralamasını oldukça hor görmektedir. Yani sunduğum Bleach okuması “Nietzsche birebir bunu anlatıyordu,” demek değil.

Kubo bunları planlayarak mı yazdı? Kim bilir. Belki planladı, belki Nietzsche’nin felsefesinin kültüre yaptığı etki dolaylı olarak ona ulaştı, belki de rastlantıydı. Tek bildiğim, bu bakış açısının, hikayeyi oldukça anlamlı bir şekilde açıkladığıdır. Sonuçta, yazarın niyetini kaale almak zorunda değiliz.

Feindbild Yazar:

Buradaki ve başka yazılarımı da içeren kendi sitem: https://otegezen.wordpress.com/

7 Yorum

  1. Ali
    21 Ağustos 2022
    Yanıtla

    Yeni sezon animeye hazırlık için önce arrancar arkını okuyup sonra da Bleach ile ilgili yazılarınızı yeniden okumuştum 2-3 gün önce. Şimdi de bu yazı çok iyi geldi. Henüz diğerleri aklımdan silinmeden bunu da ekledik 🙂 . Ellerinize sağlık.

    Bir sorum olacaktı. Yhwach bu kadar güçlü, bilge ve aşkın bir karakterken onun ölüm korkusunu aşmasını engelleyen neydi? Ayrıca kendisinin harf vererek neredeyse ölümsüzleştirdiği astları var (Lille Barro). Ölüm korkusundan kastı daha farklı bir şey mi?

    • 23 Ağustos 2022
      Yanıtla

      Teşekkürler 🙂 Yhwach’ın neden ölümden korktuğu hakkında bir bilgi edinmiyoruz fakat Ichigo’yla olan savaşından gördüğümüz üzere, tanrısal bir güce sahip bir varlık bile öldürülebiliyor. Yhwach’ın özel bir sebebinin açıklanmamasının, karakterin genel olarak bütün insanlarda olan ölüm korkusunu temsil etmesi dolayısıyla olduğu fikrindeyim. Sonuçta ölümün farkında olan her canlı ondan korkuyor. Yhwach gibi tanrısal güçlere sahip bir karakterin bile bundan korkmasıysa, bu durumun önemini ve ortaklığını gösteriyor.

      • Kahru
        6 Şubat 2024
        Yanıtla

        Bana kalırsa ywach ölüm korkusunu yenebilecek bir arzusu bir motivasyonu yoktu koruyacağı biri kendini kanıtlayacağı insanlar ve ya savaştan alabileceği zevk bunlar dışında motivasyonu olsa bile İchigo nun koruma motivasyonunu geçemedi en basit açıklaması bu

  2. Sefa
    23 Ekim 2022
    Yanıtla

    Harika bir yazı. Ichimaru Gin ile alakalı da şöyle derinlemesine bir yazı gelir mi acaba sizden? Çünkü bunu okuduktan sonra Gin ile alakalı ”karakterin hakkını verebilecek” bir yazıyı yazsa yazsa siz yazarmışsınız gibi geliyor bana.

    • 25 Ekim 2022
      Yanıtla

      Teşekkürler 🙂 Gin için aklımda malesef öyle bir yazı yok. İyi yaratılmış bir karakter ama benim yazdığım türde gözüme çarpan bir şey olmadı.

  3. Emir
    23 Kasım 2022
    Yanıtla

    Çok beğenerek okudum, Emeğinize, aklınıza sağlık. Okurken aklıma gelen bir şeyi paylaşmak istedim. Ölüm korkusu ile bilinmeyenin korkusu arasında bir bağ kurduğumuzda, teknik anlamda Yhwach’ın “Allmighty” özelliğinin karakterine çok uygun olduğunu düşünüyorum. Karşısına çıkan her engeli önceden görüp onları ortadan kaldırabilmesi, ölüm korkusunu ve bunu aşma konusundaki cesaretsizliğini çok iyi simgeliyor.

    • 29 Kasım 2022
      Yanıtla

      Çok teşekkür ederim 🙂 Yorumunuz oldukça mantıklı, bu açıdan düşünmemiştim. Aynı zamanda, hayatın belirsizliği karşısında bir “kesinlik” sağlıyor. Bu da, korkuyla bir başa çıkma yöntemi.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir