Arcane, ilk sezonundaki hikayesinin temeline sosyoekonomik eşitsizliği yerleştiriyor. Böyle bir şeyi yapması boşuna değil. Sosyoekonomik eşitsizlik sorunu, popüler kurgularda gittikçe daha fazla ilgi çekmeye başladı. Örnek olarak, Kara Şövalye Yükseliyor, Joker (2019), Squid Game ve Parazit (2019) verilebilir. Çağımızın en büyük sorunlarından birisi olan bu konu, Arcane dizisinde başarılı bir şekilde işlenerek, hikayesini daha da dikkate değer kılıyor.
[Yazı, Arcane 1. sezonun tamamından spoiler içermektedir] [Bu yazı, yazarın kendi sitesinde de yayımlanmıştır.]Üst Şehir ve Alt Şehir
Arcane, hikayesini, oldukça basit ama güçlü bir metaforla kuruyor. Zenginliğin aktığı bir Üst Şehir ve yoksulluğun boğduğu bir Alt Şehir var. Oyunun kurulan evreninde bu şehirlerin kuruluş hikayesi ve Üst Şehir’in nasıl da Alt Şehir’i sefalete attığı anlatılsa da, dizi bunu doğrudan yapmıyor. Zaten buna gerek de yok. Üst Şehir bolluk içinde yaşarken, Alt Şehir’in nasıl kıvrandığını görüyoruz. İnsanı kıran bir yoksulluk her yeri sarmış ve bunun bir sonucu olarak suç her yerde kol geziyor. Bu durumu, Caitlyn’in bir Konsey Üyesi olan annesiyle olan konuşmasında da görüyoruz.
“Sen bir Konsey Üyesi’nin kızısın. Eylemlerin bütün Konsey’e yansıyor.”
“Eylemlerim mi? Başka ne Konsey’e yansıyor, biliyor musun? Vatandaşlarının sokakta yaşaması. Zehirlenmesi. Onları kullanmak isteyen bir suç kralı ile umurunda olmayan bir devlet/hükümet arasında seçim yapmak zorunda kalmak.”
Üst Şehir’in Konsey’i, hem üst tarafı hem de alt tarafı yönetiyor olmasına rağmen, alt tabakanın başına gelenleri hiçbir şekilde önemsemiyor. Bunu önemsemediklerini, Jayce, Silco’yla olan konuşmasında doğruluyor.
“Korkuyorum. Bugün, bizim aramızda savaşın neye benzeyebileceğine küçük bir bakış attım. Senin halkının hiçbir şansı yok. Konsey’in umurunda değil.”
Geçmişe girersek, Silco, Aşağı Şehir’i yöneten suç liderlerine, boğucu gazlarla dolu olan madenlerde yaşadıkları veya çalıştıkları (hangisini kastettiği tam olarak belli değil) günleri hatırlatıyor. Yani bu sömürü düzeninin geçmişinden küçük ama önemli bir parça görüyoruz.
İşin diğer yanında, Konsey üyeleri, kendi koydukları kurallara bile uymuyor. Jayce’in Hex Kapıları’ndaki denetimi arttırdığında öğrendiği üzere, Konsey Üyeleri, kendi kazançları ve zevkleri için yasadışı olarak şehre mal sokuyor. İşin dahası, Jayce eğer gücünü korumak istiyorsa, buna göz yummak zorunda. Bu siyasi gücü de korumak zorunda kalıyor çünkü şehirde değişiklik yapmanın yolu olarak bunu görüyor. Yani iyi bir amacı olsa bile, bu yozlaşmanın parçası olmak zorunda. Sistem onu bu şekilde yönlendiriyor.
Hikayenin Vi kısmında, suçluların hapishaneye atılınca düzenli olarak işkence gördüğünü öğreniyoruz. Bu suçluların büyük kısmınının Alt Şehir’den geldiğini tahmin etmek zor değil. Yani Üst Şehir hem insanları suça mahkum ediyor hem de ardından onları yakalıyor ve işkence ediyor. Kendi vatandaşlarını suça yönlendiren ve ardından bunun için onları cezalandıran, hatta işkence abuk bir devlet var. İşin daha ötesinde, bu insanlar “Yeter artık,” deyip isyan ettiğinde de, onları öldürmekten çekinmiyor. Ortada vahşi bir tahakküm düzeni var.
Diğer bir noktada, Hex Kapıları, Üst Şehir’e büyük bir zenginlik ve fırsatlar getirirken, Alt Şehir’in bunlardan hiçbir şekilde payını almadığını görüyoruz. Sistem, bir kez daha, kendi vatandaşlarının başına gelenleri hiçbir şekilde önemsemiyor. Kazançları, bir eli yağda diğeri balda olan üst tabakanın yararına olacak şekilde dağıtıyor. Bu nokta, yani kazancın hemen hepsinin “Üst Şehir’e” gitmesi, oldukça dikkate değer çünkü bir sonraki kısımda görüleceği üzere, bizim dünyamızdaki ekonomik sistem de çok farklı değil.
Bütün bunlar, alt sınıfın başına gelenleri önemsemeyen, onları sömüren, sadece üst sınıfın yararına çalışan, yozlaşmanın, hak ihlallerinin ve şiddetin inanılmaz derecede yaygın olduğu bir sistem resmi çiziyor.
Üst Sınıf ve Alt Sınıf
Yazının başında söylediğim gibi, Arcane’in eşitsizlik temasını merkeze yerleştirmesi boşuna değil. Zira bu dünyamızda oldukça önemli bir sorun. Arcane gibi eserlerin neden bu konu üstüne daha çok düştüğünü göstermek için, bu konulardaki çalışmalarıyla bilinen Oxfam ve World Inequality Lab’in çalışmalarından kimi sonuçları aşağıda paylaşıyorum.
- 2017’deki bir çalışmaya göre, dünyanın en zengin 8 kişisi, en fakir %50’siyle aynı miktarda servete sahip.
- 2020’deki bir çalışmaya göre, dünyanın en zengin 2153 milyarderi, en fakir %60’ından (4.6 milyar kişi) daha fazla servete sahip.
- 2018’deki bir rapora göre, dünyanın en zengin %1’i, bir önceki senede üretilmiş olan servetin %82’sine sahip oldu. En yoksul %50 hiçbir şey alamadı (Hex Kapıları’nın getirisinin paylaştırılmasını hatırlayın).
- 2022’deki bir çalışmaya göre, pandemi sırasında dünyanın en zengin 10 kişisinin serveti ikiye katlandı. Dünyadaki insanların %99’unun gelir seviyesi pandemi yüzünden düştü. “Genişleyen ekonomi, cinsiyet ve ırk eşitsizlikleri – aynı zamanda ülkeler arasındaki eşitsizlikler de – dünyayı parçalıyor.”
- 2022 Dünya Eşitsizlik Raporu’na göre (Türkçe), en zengin %10, gelirin %52’sine ve servetin %76’sına sahip. En yoksul %50, gelirin %8.5’sine ve servetin %2’sine sahip.
Bütün bu veriler, ekonomik eşitsizliğin bütün dünya için ne kadar büyük bir sorun olduğunu gösteriyor. Zaten var olan bir sorunu pandemi daha da şiddetlendirdi ve bu sebeple daha da çok dikkat çeker hale geldi. Bu durum muğlak ve uzak bir dünya resmi de değil. Örneğin, World Inequality Lab veri bankasında Türkiye’ye bakıldığında, 2021’de, en zengin %10’luk kesim gelirin %54.5’i ve servetin %67.5’ine sahipken, en yoksul %50’lik kesim gelirin %11.9’una ve servetin %3.7’sine sahip.
Bütün bunlar ışığında, ekonomik eşitsizliğin günümüz için ne kadar önemli olduğu görülebiliyor. Dünyanın pek çok yerinde, bu sorun gittikçe daha fazla dile getirilir hale geldi. Doğal olarak, artık üretilen kurgularda da sesi daha çok duyuluyor. Yani Arcane’in hikayesi, bu noktada, aslında günlük hayat içerisinde gördüğümüz ve yaşadığımız bir şeyi konu alıyor. Ne de olsa, (sosyo)ekonomik eşitsizlik ve onun getirdiği sonuçlar hayatımızdaki her şeyi etkiliyor. Ne tükettiğimizi, ne kadar sağlıklı ürüne ulaşabildiğimizi, eğitim ve sağlık gibi önemli alanlarda nasıl hizmet aldığımızı, ne giydiğimizi, hatta işin daha dolaylı ama oldukça önemli boyutunda nasıl düşündüğümüzü, hayat felsefemizi, ideolojimizi bile belirliyor. Örneğin, sosyoekonomik statüsü yüksek kesimler, ekonomik yeniden dağıtıma (yani eşitsizliği azaltacak şekilde, vergilendirme vs. yapılmasına) daha çok karşı çıkıyor (Brown-Iannuzz vd., 2017). Aynı zamanda, sosyoekonomik statüyle beraber bu eşitsizliği adil bulma eğilimi artıyor (Brown-Iannuzz vd., 201). Başka bir deyişle, sosyoekonomik statüsü yüksek kesimler, kendi çıkarları doğrultusunda, ellerindeki parayı tutmak istiyor ve hayat görüşleri de ellerindeki bu malvarlığını haklı çıkaracak yönde şekilleniyor. Elbette, bu durum katı bir kuraldan öte, bir eğilim olarak var. Yani bir insanın dünyaya bakışı ve bu konulardaki görüşü farklı da olabiliyor. İşin diğer bir boyutunda, sosyokeonomik statü, insanın sanata yaklaşımını bile etkiliyor (Newman vd., 2013). Sözün özü, ekonomik eşitsizliğe sık sık sosyoekonomik eşitsizlik denmesinin bir sebebi var. Ekonominin etkileri insanın hayatının her alanını, hatta kişiliğinin kendisini etkiliyor. Bu da, onu hem sanat eserleri için oldukça ilgi çekici bir konu haline getiriyor hem de bu konuyu işleyen sanat eserlerinin aslında tüm sosyal varoluşumuza dair bir şeyler söylediğini görüyoruz.
Sorun ve Çıkmaz
Arcane evrenine geri dönersek, bu eşitsizliklerin bir sınıf çatışması yaratmış olduğunu görüyoruz. Üst sınıfın, alt sınıfı bastırması, sömürmesi ve çürümeye terk etmesi sebebiyle, alt sınıf şiddetli bir patlamayla bu sorunu çözmek istiyor. Ancak daha önce böyle bir şey denenmiş ve bu durum alt sınıfın hezimetiyle sonuçlanmış. Bu yüzden, eski devrimci Vander, üst sınıf ile bir anlaşma yapmış ve negatif bir barışı seçmiş. Bu noktada negatif barış terimini kullanıyorum çünkü ortada adalet olmayan bir barış var. Var olan adaletsizlikler devam ediyor ama ezilenler bunu çözecek imkanlara sahip değil veya en azından öyle kabullendirilmiş.
Vander’ın başarısız olmuş bir devrimci olması ve şiddetli bir devrimi imkansız olarak görmesi, Arcane’in anlatısına bir katman daha ekliyor. Bu noktada, kötülenen şey, alt tabakanın şiddet yoluyla adalet elde etmeye çalışması veya sistem karşıtı olması değil, bu şiddetli patlamanın başarısız olması sebebiyle ödenen bedel oluyor. Bu açıdan, Arcane, kendisini diğer pek çok popüler kurgu eserden ayırıyor ve daha nüanslı bir yol izlemeyi seçiyor.
Bu da bizi önemli bir soruya getiriyor: Silco haksız mıydı? Bu sorunun yanıtının, sorunun sorulmasına yol açılmasına neden olan sebeplerden daha az önemli olduğu fikrindeyim. Sefaletin içine terk edilmiş, onları önemsemeyen bir sistemin, yönetimin ve sınıfın hüküm sürdüğü bir yerde, insanlar ne düşünecektir? Bu sorunun çözümünü barışçıl yollarla mı arayacaklardır, yoksa şiddete mi başvuracaklardır?
Dizide bu çaresizliğin bir benzerini başka bir noktada da görüyoruz. Şehrin iki yarısı daha pozitif bir barışa yaklaşmışken, Jinx’in hareketiyle bu barış umutları suya düşüyor. Lakin bu sahnede, arkada çalan şarkı oldukça manidar bir şekilde, “Ben yarattığın canavarım,” diye başlıyor. Bunun ışığında, Jayce’in bu sahneden hemen önce Konsey’e yaptığı şu konuşma yeni bir anlam kazanıyor.
“Konsey Üyeleri… benim yakın zamanda yeraltındaki izinsiz aktivitelerim bana iki şey gösterdi. Ben orada yaşayan insanları yönetmek için uygun değilim. Ve siz de değilsiniz. Merhametimizi, kendimizi adamışlığımızı, dayanışmamızı gösterme zamanı geçti. Bize güvenmemekte haklılar.“
Malesef, aynı gün içerisinde, Jayce sözlerinin düşündüğünden bile doğru olduğunu öğrenmek zorunda kalıyor. Üst Şehir’in yarattığı ve sürdürdüğü sistem, Powder’ın Jinx’e dönüşmesine yol açan koşulları ve olayları yaratmıştı. Şimdi de, Jinx’in eylemi, çok büyük ihtimalle, herhangi bir barış şansını yok ediyor.
Bu noktada, şunu belirtmekte yarar var. Eğer Jayce gibi sıradışı ve olağanüstü birisi olmasaydı, bu barış şansı varolmazdı bile. Konsey, Jayce olmasa, herhangi bir barışı düşünmeye niyetli değildi. Bunu düşünemeyecek kadar kibirli, ayrıcalıklı ve yozlar. Lakin Jayce’in çabaları ne olursa olsun, o ana kadar yapılmış olan adaletsizliklerin bir bedeli oldu. Şimdi, büyük ihtimalle, Üst Şehir ve Alt Şehir bir savaşa girecek. Onca zamandır görmezden gelinen eşitsizlik, iki şehre de, iki sınıfa da, bir bedel ödetecek. Malesef, gidişata bakılırsa, bu bedel alt sınıf için çok daha yüksek olacak.
Son
Hikayenin bitiş şekli, şunu düşündürmeden edemiyor: acaba yazarlar, gerçek dünya hakkındaki endişelerini hikayeye mi yansıtmışlar? Acaba gerçek dünyadaki eşitsizliğin de böyle bir şiddetle sonuçlanmasından mı korkuyorlar?
Bu durum, olasılık dışında değil. Lakin bizim dünyamız, Arcane’den çok daha karmaşık. İnsanlar sık sık öfkelerini farklı hedeflere yönlendiriyor. Örneğin, kendisini sömüren patronu onu işten çıkarıp, onun yerine asgari ücret altında çalışmak zorunda kalan bir yabancıyı aldığında, işten çıkarılan kişi patronuna ve bu sömürücüyü destekleyen sisteme değil, kendisi gibi sömürülmekte olan diğer işçiye kızıyor. Bununla alakalı olarak, ekonomik sorunlar arttığında ırkçılığın arttığı biliniyor (Ghosh, 2011; Krosch vd., 2017). Ekonomik sorunlar arttıkça insanlar suçlayacak birisini arıyor ve bunun hedefi sık sık azınlıklar oluyor. Şahsen, “sınıf bilinci” denilen şey azaldıkça bu eğilimlerin kuvvetlendiği fikrindeyim. İşin diğer bir yanında, içinde bulunduğumuz durum, “ya hiçbir şey yapma ya da şiddete başvur” gibi bir ikilem değil. Örneğin, 19. yüzyılda çalışanların durumunun şiddete başvurmadan iyileşemeyeceği düşünülüyordu ama şu an çalışma saatleri o zamana kıyasla daha düşük. Bunun önemli bir sebebi, bu konularda işçi haklarını savunan sivil hareketler ve organizasyonların çabalarıdır.
Bu yüzden, içinde bulunduğumuz durum tamamen Arcane’deki gibi değil. Lakin Arcane bu karmaşık konuyu daha basit de olsa güzel bir şekilde işliyor ve bu konunun insan bilincinde yer etmesini sağlıyor, onun hakkında konuşmak için bir diyalog başlatıcısı oluyor. Aynı zamanda, eşitsizliğin ne kadar kötü bir şekil alabileceğini, insanları ne kadar çaresiz hissettirebileceğini, nelere yönlendirebildiğini ve sonunun nerelere varabileceğini işliyor. Bu noktada, hikayenin gösterdiği sistemik şiddetin abartı olduğunu söylemek isterdim ama malesef, eşitsizliğin bedeli gerçek dünyada çok daha büyük. Hakkında bilinç yayılmazsa yol açabileceği şeyler de çok daha kötü.
“Keşke daha kolay geleceğini söyleyebilseydim, evlat. Ama yalan söylüyor olurdum. Söyleyebileceğim şey, onun sana ihtiyacı olduğu… hepsinin ihtiyacı olduğu.”
Link Halinde Verilmemiş Kaynaklar
Brown-Iannuzzi, J. L., Lundberg, K. B., & McKee, S. (2017). The politics of socioeconomic status: how socioeconomic status may influence political attitudes and engagement. Current opinion in psychology, 18, 11–14. https://doi.org/10.1016/j.copsyc.2017.06.018
Ghosh, J. (2011). Fear of foreigners: Recession and racism in Europe. Race/Ethnicity: Multidisciplinary Global Contexts, 4(2), 183–190. https://doi.org/10.2979/racethmulglocon.4.2.183
Krosch, A. R., Tyler, T. R., & Amodio, D. M. (2017). Race and recession: Effects of economic scarcity on racial discrimination. Journal of personality and social psychology, 113(6), 892–909. https://doi.org/10.1037/pspi0000112
Newman, A., Goulding, A., & Whitehead, C. (2013). How cultural capital, habitus and class influence the responses of older adults to the field of contemporary visual art. Poetics (Hague, Netherlands), 41(5), 456–480. https://doi.org/10.1016/j.poetic.2013.07.001
Yazılarınızı çok beğeniyorum ^^
Teşekkür ederim ^^